Dopingle Mücadelede Türkiye’nin Pozisyonu

Av. Kısmet ERKİNER
Spor Hukuku Enstitüsü Başkanı
Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) Üyesi
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Üyesi

Genel Bilgiler – TARİHİ GELİŞİM :

Dünyada doping hakkında araştırılma yapılması önerisi ilk kez, 1960 Roma Olimpiyatları sırasında cereyan eden Psiko-Ergo-Farmakoloji Uluslararası Kongresinde ortaya atılmış, ve 1962’de organize edilen iki yuvarlak masa toplantısı sonrasında, 26-27 Ocak 1963’de Fransa’da toplanan bir bilimsel Kongrede Doping’in ilk tanımının yapılmasına çalışılmıştır.

Bu ilk tanıma göre :
« Doping bir sporcunun fizyolojik hazırlanması değildir. Bu hazırlanma yaşamsal önemdedir ve tıbbi kontrol altında yapılmalıdır. Bir yarışma hedeflenerek veya bir yarışma sırasında, verimi arttırmaya yönelik, spor etiğine aykırı ve sporcunun beden veya ruh sağlığına zarar verebilecek, her türlü madde veya yöntem uygulamaları DOPİNG addedilir. »
Bu ilk tanım, halen geçerli olan Doping tanımının da bütün unsurlarını içermektedir. Bununla birlikte Avrupa Konseyi’nin Kasım 1963’de Starsbourg ve Madrid’de yaptığı iki toplantıda yeniden ele alınmış ve geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu toplantıda sırası ile Avusturya, Danimarka, İspanya, İtalya, Hollanda ve İngiltere kendilerine uygun gelen Doping tanımlarını tartışmaya sunmuşlardır. Bu toplantıda ülkemiz açısından bize ilginç gelen nokta, daha 1963 yılında doping hakkında organize edilen bu ilk diplomatik nitelikteki kongreye Türkiye kendi DOPİNG tanımını sunmak suretiyle aktif katılımda bulunmuş olduğudur. Avrupa Konseyi arşiv kayıtlarına göre Türkiye’nin 1963 yılında DOPİNG hakkındaki tanımı şu şekildedir :
« DOPİNG MADDESİ, PERFORMANSI YÜKSELTEN  BİR TÜR  FARMAKOLOJİK UYARICIDIR. »
Uzun tartışmalardan sonra Avrupa Konseyi, devletlerin sundukları biri birlerine yakın veya uzak tanımları değerlendirerek doping hakkında şu tanımı karara bağlamıştır :
« Doping, bireyin bir yarışmaya katılımı nedeniyle ve yapay ve haksız şekilde performansını arttırmak amacıyla, organizmaya yabancı fizyolojik maddelerin, herhangi bir yöntemle yüksek dozda ve anormal yollardan, sağlıklı bir kişiye uygulanması veya kendisi tarafından kullanılmasıdır. »
1964’de Tokyo Olimpiyatları münasebetiyle toplanan bilimsel kongre yukarıdaki tanıma şu paragrafı ilave etmek gereğine karar vermiştir :
« Bir yarışmaya katılım sırasında, niteliği, dosajı veya uygulama şekliyle, bir sporcunun yapay ve haksız şekilde performansını arttıracak bir tıbbi müdahale zorunluluğu doğarsa, bu dahi doping addedilmelidir. »
Sonrasında, 1965 yılından itibaren Devletler ilk yasal doping tanımlarını yapmaya başlarlar. Diğer bir ifade ile « doping ile mücadele ulusal yasalarını » kabul ederler. Bu bağlamda Belçika : Nisan 1965, Fransa :  Haziran 1965’de doping ile mücadeleyi yasal düzenleme altına almıştır. Bu kanunların çıkartılması, ve özellikle bunlara bağlı yönetmeliklerin ve ekli yasak madde – ilaç listelerinin kabulü ile doping kavramı, tanımı akademik kongre çalışmalarını aşarak somutlaşmış ve yasaklar ile cezalar içeren bir hukuk düzenine kavuşmuştur.
Ancak bir yandan doping ile mücadele yasal bir düzenlemeye ulaştırılırken, hemen karşısında bu mücadelenin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne aykırı olduğunu iddia eden zıt görüşlüler de ortaya çıkmıştır. Bu karşıt görüşlere ve doping ile mücadelenin yersiz olduğunu ileri sürenlere rağmen 1967’de Uluslararası Bisiklet Federasyonu kendi doping tanımını ve yasaklı maddeler listesini tanzim eden ilk uluslararası teşkilat olmuştur.
1970’li yılların sonunda sağlık meslek erbabı, spor dünyası ve diğer teşekküller tarafından oluşturulmuş yüze yakın doping tanımı birbirleri ile kesişmekte, birbirlerini tamamlamakta ve bazen de birbirlerine zıtlıklar ortaya koyar hale gelmişlerdi. Bu durum karşısında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 1984 yılında dopingin basitleştirilmiş bir tanımını yapmak ihtiyacını duymuştur. Avrupa Konseyi’nin bu tanımına göre :
« Sporda doping, yetkili spor teşkilatlarının kurallarına aykırı şekilde, bunların yasaklamış olduğu madde veya madde sınıflarını kullanmaktır. »
Bu tanımlamadan iki yıl sonra Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) de nihayet şimdiye kadar yapılmış tanımlamalara oldukça yakın, kendi tanım ve yasaklı maddeler listesini kabul etmiştir. Aynı dönemlerde Uluslararası Amatör Atletizm Federasyonu (IAAF) gibi sporun çok önemli kuruluşları da kendi doping tanım ve yasaklı maddeler listelerini saptayarak bu alanda etkin bir mücadeleye girişmişlerdir.
Fakat bu kez de ortaya çok farklı yasaklı maddeler listeleri ortaya çıkmış ve uygulanır olmuştur. Bu durum da farklı disiplinlerdeki sporcular arasında bir haksızlık, adaletsizlik duygusu yaratmıştır ; zira bir sporda doping olarak nitelenen ve cezalandırılan bir madde bir başka sporda serbest kalmıştır. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse ABD’de NBA’de dopingli bir sporcu çok ağır bir cezaya çarptırılmakta : hayat boyu ihraç edilmekte ve fakat bu cezaya maruz yasaklı madde listesi de o denli kısa tutulmaktaydı : sadece kokain ve eroin.
Zaman içerisinde Devletler doping ile mücadeledeki yasal düzenlemelerini yeniden, günün şartlarına uygun şekilde ele almışlar ve örneğin Fransa 1965 tarihli kanununu 1989’da yenilemiştir. Yine 1989’da Avrupa Konseyi de doping tanımını yeniden ele almıştır. Bu yeni düzenlemesinde doping şöyle tanımlanmaktaydı :
«  Bu sözleşme uyarınca :
a) Sporda dopingden anlaşılan, sporculara uygulanan veya bunlarca   kullanılan farmakolojik madde sınıfları veya yöntemleridir;
b) Farmakolojik madde sınıfları veya yöntemlerinden anlaşılan, yetkili uluslararası spor teşkilatlarınca yasaklanmış ve bu alanda tanzim edilen listelerde bulunan farmakolojik madde sınıfları veya  yöntemleridir;
c) Sporcudan anlaşılan, organize spor faaliyetlerine düzenli şekilde  katılan her iki cinsiyetten bireylerdir. »
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC)de tanımını geliştirmek ihtiyacını duymuş ve 1999’da Lozan’da toplanan [Sporda Doping Dünya Konferansı (2-4 Şubat 1999)]’ndan şu yeni tanım çıkmıştır:
« 1. Sporcunun sağlığı için tehlikeli olabilecek ve/veya performansını iyileştirebilecek bir madde veya metodun kullanılması,
2. sporcunun organizmasında, bu KOD’a aykırı bir maddenin bulunması veya bir metodun uygulandığının saptanması doping olarak nitelenir.  »

Günümüze kadar geniş bir kabul görmüş hiçbir doping tanımına ulaşılamamıştır. Bununla beraber mevcut bütün tanımların iki müşterek noktası bulunmaktadır:
•    Sporculara uygulanır (antrenmanda veya yarışmada)
•    Bir yasak maddeler ve metodlar listesi ile somutlaşmıştır.
Neden dopingin tanımı ve maddeler listesi üzerinde bu kadar durulmaktadır sorusuna verilebilecek cevap, doping ile mücadelenin etkin silahı ceza olduğuna göre Ceza hukukunun temel kuralı olan suç tanımının çok açık şekilde yapılması zorunluluğudur.
Halen yürürlükte bulunan doping tanımlamalarında birinci müşterek, SPORCULARA uygulandığıdır. Bu durumda sporcunun tanımının açık şekilde yapılması gerekir. Bunun olası olması için ise SPOR’un tanımının eksiksiz ve doğru yapılması şarttır. Söz konusu olan beden hareketleri midir, beden eğitimi midir, toplu yapılan faaliyetler midir, yarışmalar mıdır, kişisel oyunlar mıdır yoksa takım oyunları mıdır. Ayrıca kastedilen kitle sporu mudur, amatör spor mudur, elit sporu mudur, dinlence sporları mıdır, okullarda yapılan spor mudur ?
Sporun var olduğu bütün bu tanımlamalarda, dopingi bunlardan sadece bir tek kategorisine odaklamak diğerlerini bu mücadelenin dışında bırakır. Bir diğer deyişle halen  benimsenmiş olan tanımlamalarla sadece “organize spor yarışmalarına katılan sporculara uygulanır” ve diğer bütün kategoriler bu mücadelenin dışında bırakılmaktadır.
Dopingle mücadelenin ikinci sınırı yasak maddeler ve yöntemler listesidir. Bir diğer ifade ile bu listede bulunmayan bir farmasötik madde bu tanım icabı yasak değildir. Genelde benimsenen liste IOC listesidir. Ancak bunun dışında kendi yasaklar listesine farklı maddeleri ilave eden Federasyonlar bulunduğu gibi bunlardan bazılarını hariç tutan çok dar yasak maddeler listeleri bulunan bazı uluslararası federasyonlar ve bazı özel sporlarda ulusal federasyonlar ve hatta lig organizasyonları (özelikle ABD’de bazı profesyonel organizasyonlarda) vardır.
Yukarıdaki hususa örnek vermek gerekirse: Uluslararası Okçuluk Federasyonu IOC listesine “anksiolitik’leri, antipsikotik’leri, antidepresan’ları, hipernotik’leri ve antihistaminik’leri ilave eder; Uluslararası Trampolin federasyonu bazı doğal bitki preparatlarını (ma-huang gibi) ilave eder; buna karşın Profesyonel Tenis Federasyonu (ATP) betablokan’ları hariç tutar. Uluslararası Halter Federasyonu yarışmalarda IOC listesini kullanır ve fakat antrenmanlarda (içinde ne uyarıcıların, ne betablokanların, ne narkotiklerin, ne lokal anasteziklerin ne de kortikoidlerin bulunduğu) kendi listesini uygular. ABD’de daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi Ulusal Basketbol Federasyonu (NBA) yasaklı madde olarak sadece kokain ve eroini arar. Buna karşılık Beyzbol Birinci Ligi (Major League Base-Ball) kokaini, marijuana’yı, amfetaminleri , sert steroidleri, afyon türevlerini ve fensiklidin’i yasak maddeler listesine almıştır. Bazı spor teşkilatları belirsiz yasak listelerine sahiptirler: Örneğin, Ulusal Hokey Ligi’nin “resmen yasa dışı olan bütün maddeler” ifadesindeki ne anlama geldiği belli olmayan tanımında olduğu gibi. Bazı ülkelerde sporcu, ikamet ettiği yere göre farklı yasak listelerine muhatap olabilmektedir. Örneğin iki toplumlu olan Belçika’da Fransız Toplumu ile Flaman Toplumu farklı iki yasak maddeler listesine sahiptirler. Burada sadece Fransız toplumu kodein, thiroid hormonu, theofilin ve türevlerinin kullanımını yasaklamaktadır. Nihayet bir ülkenin farklı sporlardaki federasyonlarının belli bir maddeye karşı tutumları da farklı olabilmektedir. Örneğin Fransa’da 1996’da 29 Federasyonu ilgilendiren 58 marijuana kontrolünde 21 farklı ceza uygulaması yapıldığı tespit edilmiştir.
Bütün bu tespitlerin ışığında bu konuda varabileceğimiz sonuç, günümüzdeki doping hakkındaki tanımlamaların konuya farklı prensiplerle yaklaşan bilim dallarının farklı sonuçlara vardıklarıdır. Bu bağlamda hukuki, tıbbi, etik ve sosyal tanım ve sonuçlar farklıdır.
Devletlerin ve tabii ki Türkiye’nin dopingle mücadelede yapmaları gereken yasal düzenlemelere değinirken, kaçınılmaz olarak, bunlara esin kaynağı olan, ve tarihsel önceliği bulunan uluslararası düzenlemeleri vurgulamamız gerekmiştir. Tarihsel gelişim ve doping tanımlarını verirken bahsettiğimiz Avrupa Konseyi düzenlemeleri, bunun ana kaynağını oluşturmuştur. Avrupa Konseyinin (1967) spor hakkında kabul etmiş olduğu ilk düzenleme doping hakkında olmuştur. Aynı yıl IOC doping kontrolü hakkında ilk düzenlemelerini kabul ederek 1968 Olimpiyatlarında uygulamaya geçirmiştir. Bu düzenlemeler, o tarihte mevcudiyeti dahi bilinmeyen (kan dopingi gibi) bir takım doping yöntemlerini dahi ileride kucaklayacak şekilde soyut ve geniş tutulmuştur. Bu dönemlerde bir takım ülkeler dopinge karşı ilk yasal düzenlemelerini kabul etmişlerdir; bunlardan Belçika ve Fransa 1965’de, Türkiye 1971’de (yabancı kaynaklar her ne kadar Türkiye’nin dopingle mücadelede bir kanunu olduğunu yazarlarsa da söz konusu hukuk belgesinin  17.5.1971 tarih ve 13839 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Sportif Dopinglerle Mücadele Yönetmeliği” olduğunu  belirtmek isteriz), İtalya ve Yunanistan 1975’de, Portekiz 1979’da, İspanya 1980’de, çeşitli tarihlerde de Polonya, Rusya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Gürcistan, Litvanya, San Marino, Slovenya, Ukrayna, Bulgaristan, Makedonya, Romanya hukuki düzenleme ve tedbirlerini yürürlüğe koyan ülkelere örnek olarak belirtilebilir. Avrupa dışından da örnek vermemiz gerekirse 1969’da Uruguay ve 1970’de Kolombiya’yı zikredebiliriz. Fransa 1965 tarihli Kanun’unu 2000 yılında, İsviçre ise 1972 tarihli Kanun’unu 2002 yılında yeni düzenlemelerle değiştirmişlerdir.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz gelişmelere koşut olarak, doping ile mücadele uzmanları ve özelikle kontrol laboratuarları yöneticileri 1981’de Avrupa Konsey’i Sporu Geliştirme Direktörler Komitesi (CDDS)’nden bir “Sporda Dopingle Mücadele Sözleşmesi” hazırlamasını talep etmişlerdir. “Sporda Doping ile Mücadele Avrupa Şartı” bu talep sonrasında doğmuştur. 1984’de Uluslararası Spor Federasyonları Birliği ve IOC bu Şart’ı destekleyen kararlar alırlar ve Avrupa Ulusal Olimpiyat Komiteleri Birliği de 1985 yılında benzer bir karar alır.
Dopingle Mücadele Şartı kısa adıyla anılan bu uluslararası hukuk belgesi Avrupa Birliği Komisyonu, Dünya Sağlık Teşkilatı, UNESCO gibi kuruluşların da konuya ait referans metni olmuştur. Devletlerin çoğu da ulusal düzenlemelerini bu Şart’a uyum içerisinde gerçekleştirmişlerdir. Şartın kabulünden kısa bir süre sonra, 1986 yılında Spor Bakanları toplantısında Şart’a katılan ülkeler çevresinin  genişletilmesi ve Avrupa dışı ülkelerinde katılımını sağlamaya yönelik bir karar alınmış ve bunun ışığında ilk Avrupa dışı katılım  aynı yıl Kanada’dan ve sonraki yıllarda Avustralya, Güney Afrika,  2002’de Tunus gelmiştir.  A.B.D. Şart’ın hazırlıklarında aktif rol oynamış olmasına rağmen Devlet olarak ne imzalamış ne de onaylamıştır. Bu sıralarda, sosyalist devletler spor teşkilatları yöneticileri, 1988’de Budapeşte’de yaptıkları bir toplantıda IOC’den uluslararası düzeyde doping kontrollerini yapılması çağrısında bulunurlar.
Avrupa Konseyi bünyesinde çıkartılan ilk Şart’tan sonra da çalışmalar sürdürülmüş ve 1989 yılında “ Dopingle Mücadele Sözleşmesi” Devletlerin imzasına açılmıştır. Bu sözleşmeyi Türkiye, çıktığı 16.11.1989 tarihinde hemen imzalamış ve 22.11.1993 tarihinde TBMM’inde onaylayarak 01.01.1994 tarihinde bir iç hukuk belgesi olarak yürürlüğe koymuştur.
Doping ile mücadelede birçok başka çok taraflı ve ikili uluslararası sözleşmenin de bulunduğunu belirtmeliyiz. Bunlar arasında: Uluslararası Dopingle Mücadele Sözleşmesi (IADA)’ni, Balkan Ülkeleri Dopingle Mücadele Konvansiyonu’nu, Çin Olimpiyat Komitesi ile Avustralya Spor İlaçları Ajansı (ASDA) arasındaki İşbirliği Anlaşmasını, Avustralya ile Yeni Zellanda Hükümetleri arasındaki İkili İşbirliği Anlaşmasını, Avustralya Spor İlaçları Ajansı (ASDA) – Amerika Birleşik Devletleri Olimpiyat Komitesi (USOC) – Kanada Sporda Etik Merkezi (CCES) arasındaki üçlü anlaşmayı, Dopingle Mücadele Kuzey Ülkeleri Konvansiyonu’nu örnek verebiliriz.
Avrupa Konseyi’nce oluşturulan “Dopingle Mücadele Sözleşmesi”, özelikle doping maddelerinin dolaşımını azaltıcı tedbirlerin ahenkleştirilmesini öngören tedbirler içermekte; dopingle mücadele kontrollerini güçlendirecek, bulgulama tekniklerini ve eğitim programlarını geliştirecek, kullanıcı ve diğer sorumlulara uygulanacak cezaların etkinliğini arttıracak tedbir hükümleri içermektedir. Bu Sözleşmenin bir özelliği de Avrupa Konseyi bünyesinde “İzleme Grubu” adını taşıyan bir organa sahip olmasıdır. Siyasi nitelikte olan bu organ Sözleşmeye taraf olan bütün Devlet temsilcilerini ve Ulusal Olimpiyat Komiteleri temsilcilerini bir araya getirmekte, Sözleşmeyi devamlı gözden geçirmekte, uygulamalarını gözetmekte, yasaklı maddeler listelerini kabul etmekte ve sair gerekli kararları almaktadır.
Avrupa Birliği Komisyonu, dopingle mücadele alanında zorlayıcı yasal metinler kabul etmeye yetkisi bulunmadığı görüşündedir; bununla beraber, 3 Aralık 1990’da dopingle mücadelede Topluluk politikası ve 8 Şubat 1992’de sporda dopinge karşı bir davranışlar Kod’u kabul etmiştir. Bu Kod, çevreyi eğitmek, sağlık personelinin sorumluluklarını belirlemek, laboratuarları standardize etme ve kamu oyunu bilgilendirmek hususlarını içeren on madde tespit etmiştir. Ayrıca Avrupa Parlamentosu da sporda doping konusunda 27 Nisan 1994 bir Rapor ve 6 Mayıs 1994 ile 17 Aralık 1998  tarihlerinde Kararlar almıştır. 1994 yılı kararı ile Avrupa Birliği Komisyonu ve Konseyi, Birliğin doping konusunda mücadele sorumluluğu bulunduğunu ve bu sorumluluğu nasıl bir politika ile yerine getireceğini belirlemektedir. 1998 Kararı ile ise Birlik, üyesi Devletlerin dopingle mücadele politikalarını nasıl ahenkleştireceklerini düzenleyen tavsiyelerde bulunmaktadır.
Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi birlikte geliştirdikleri bir çalışmanın sonucunda EUROPACK adlı bir eğitim programı oluşturmuşlar; bir de “Temiz Spor Kılavuzu” adlı belge çıkartmışlardır.
UNESCO yakın zamana kadar Avrupa Konseyi’nin Sözleşme ve diğer çalışmalarını kendisi için de yeterli görürken, bu sözleşmenin dünyanın bütün ülkelerine açık olmasına rağmen bir türlü Avrupa dışı üyeliklerini istenilen sayıda artıramadığı görüldüğünden, yeni bir Evrensel Dopingle Mücadele Sözleşmesi yaratılmasında  öncülük etmiştir. Ancak bundan önce de sporda etik prensipler ve eğitimsel değerlerini içeren “Beden Eğitimi ve Spor Uluslararası Şartı” (1978) ile UNESCO Spor ve Beden Eğitimi Bakanlar Konferansının 1988 Moskova toplantısında aldıkları “5 sayılı Tavsiye Kararı”nı belirtmemiz gerekir.
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) spor dünyasında kaynak – referans teşkilat olarak gösterilir. Bu husus doping ile mücadelede de, Devletlerin yasal düzenlemeleri dışındaki, spor dünyasının özgün düzenlemelerinin kaynağıdır. IOC Anayasası konumunda olan Olimpik Şart’ınn 48.1 maddesinde bulunan “Dünya Dopingle Mücadele Kod’u bütün olimpik hareket için mecburidir” hükmünden başlayarak, IOC’nin yasak madde ve yöntemler listesi hemen bütün uluslararası federasyonlar, olimpik olmayanlar da dahil, tarafından benimsenmiştir. “Olimpik Hareketin Dopingle Mücadele Kodu” 1 Ocak 2000 tarihinde, eski IOC Medikal Kod’unun üzerine inşa edilerek kabul edilmiştir. Uluslararası bir federasyon, IOC tarafından tanınmak için bu kodu da uygulamayı kabul etmeli ve etkin, yarışma dışı kontroller uygulamalıdır.
Söz konusu Dopingle Mücadele Kodu, sporun bütün katılımcılarına uygulanacağını belirtir. Katılımcıdan anlaşılması gereken: sporcu, antrenör, yönetici, sağlık personeli, sporcularla çalışan paramedikal personel ve sporcuların yarışmalara hazırlanmalarında rol alan, yardımcı olan bütün kişilerdir. Kod’un uygulanma alanı. Olimpiyat Oyunları, IOC’nin patronaj ve destek verdiği bütün yarışmalar, bir Uluslararası Federasyon veya Ulusal Olimpiyat Komitesi yönetiminde yapılan bütün yarışma ve etkinliklerdir.
Doping yapmak yasak olduğu kadar, tavsiye etmek, teklif etmek, onaylamak, izin vermek, göz yummak, kolaylaştırmak da yasaktır. Aynı şekilde doping maddesi satışı, dağıtımı, pazarlanması, kaçakçılığı, da yasaktır.
Her ne kadar IOC Kod’u amir nitelikte olma iddiasında olsa da uluslararası federasyonların da doping ile mücadelede kendi kuralları, talimatları bulunuyor. Bunların bazıları çok teferruatlı ve geniş bazısı ise sadece ana prensiplerle donatılmış durumda; örneğin, Uluslararası bisiklet Federasyonu (UCI) Dopingle Mücadele Talimatı 212 madde ve 12 ekden oluşurken, Uluslararası Yüzme Federasyonu (FINA)’nınki sadece 12 maddedir. Ancak yine de IOC Olimpik Şart hükümleri ile, tanıdığı uluslararası federasyonlara Dopingle Mücadele Kodu’nu uygulama mecburiyetini yükler. Bu durumda uygulamayanların tanınmışlığını geri alması gereken IOC yine de özgün talimatlarının bulunmasına göz yummaktadır..
Ulusal spor federasyonlarına gelince, bunlar ise organize ettikleri uluslararası yarışmalarda bağlı oldukları uluslararası federasyonun, ulusal yarışmalardaysa kendi talimatlarını uygulamaktadırlar.
Bütün bu bilgilerin ışığında durumu özetlememiz gerekirse, geçmişte ve hatta kısmen şimdi de, ne Devletler ve spor teşkilatları arasında, ne spor federasyonlarının biri birleri arasında bir kurallar  ve yasak madde ve yöntemler tam bir liste birliği bulunmaktadır. Genelde IOC listesi referans rolü oynamaktaysa da federasyonların kendi listeleri de bulunmaktadır.
1998 yılında Fransa Bisiklet Turunda yaşanan, neredeyse örgütlü suç boyutundaki, bir doping skandalı (Festina takımının Tur’dan ihracı) sonrasında IOC bir dopingle mücadele dünya konferansı toplamaya karar verir. Konferans 2-4 Şubat 1999 tarihlerinde, aynı zamanda IOC merkezinin  de bulunduğu, İsviçre’nin Lozan kentinde toplanır. Katılımcıları: IOC, ulusal olimpiyat komiteleri, uluslararası federasyonlar, sporcu temsilcileri, devletlerin delegasyonları, uluslararası teşkilatlar temsilcileri (Avrupa Konseyi, AB, UNESCO gibi), bilim ve spor dünyasının ilgili teşekküllerinin temsilcileridir. Konferansta ele alınan konular başlıca dört ana temadadır:
1) sporcuların korunması,
2) dopingin hukuki ve siyasal boyutları,
3) önleme yöntemleri = etik,eğitim ve iletişim,
4) son olarak da konunun mali boyutu.

İki gün boyu süren müzakereler sonucunda altı noktada toplanan kararlar alınır; bunlara göre:
1.    Yeni, bağımsız bir “Dünya Dopingle Mücadele Ajansı” kurulacaktır (W.A.D.A. = World Anti-Doping Agency – Agence Mondiale Antidopage = A.M.A.) ve  kuruluşu 2000 yılı Sydney Olimpiyatlarından önce gerçekleştirilecektir. Ajansın başlıca altı hedefi bulunacaktır: Sporda
1) Etik değerleri geliştirmek ve sağlığı korumak,
2) Yasak maddeler ve yöntemler hakkında müşterek bir liste hazırlamak,
3) Yarışma dışı kontrolleri geliştirmek,
4) Kontrol yöntemlerini, disiplin kovuşturma usullerini ve cezalarını ahenkleştirmek,
5) Eğitim ve iletişim programlarını geliştirmek,
6) Doping ile mücadele konusundaki araştırmaları koordine etmek ve  geliştirmek
2.    WADA, sporcuların eğitimi, korunması ve hakları konularında çalışmalar yapacaktır. Bu bağlamda antrenörler ve diğer yöneticiler de dürüstlük, etik ve fair-play’e uygun davranacaklarına dair “olimpik yemin”de bulunacaklardır.
3.    Olimpik hareketin Dopingle Mücadele Kodu, doping karşı savaşta temel rol oynamaktadır
4.    Yarışmalar sırasında veya dışında yapılan kontrollerde elde edilen pozitif sonuçlara uygulanacak cezalar saptanacaktır.
5.    WADA, diğer uluslararası teşkilatlarla, hükümetlerle, kamu kuruluşlarıyla, ve kendisini dopingle mücadeleye vakfetmiş diğer kamu ve özel hukuk kuruluşlarıyla işbirliği yapacaktır.
6.    IOC, uluslararası federasyonlar, ulusal olimpiyat komiteleri ve CAS – TAS (Spor Tahkim Mahkemesi) yetki ve bağımsızlıklarını korumaktadırlar; ancak, WADA ile işbirliği yapacaklardır.

WADA’nın kurulmasında kabul edilen Statüsü’nün 4. maddesi yukarıda belirttiğimiz, kuruluş konferansında alınan kararlara sadık kalmıştır. WADA hukuki tüzel kişilik olarak bir “İsviçre özel hukuk” kuruluşu, diğer bir ifade ile bir dernek niteliğinde olup İsviçre İçişleri bakanlığının denetimi altındadır. Merkezi İsviçre’de olabileceği gibi başka bir ülkeye de taşınabilir olduğundan 21 Ağustos 2001’de WADA Kurucular Kurulu’nda yapılan bir oylama sonucunda 17’ye karşı 15 oyla Kanada’nın Montreal kentine taşınmıştır. Bunda Kanada hükümetinin beş yıl için WADA’ya bir takım vergi avantajları ve bazı giderlerini karşılama vaadinin etkili olmuş olduğu ileri sürülmektedir.
Türkiye, WADA’ya karşı, ekonomik bakımdan kendisinden çok daha gelişmiş ülkelere nazaran çok önemli bir mali mükellefiyeti muntazam şekilde yerine getirmektedir; ancak, henüz WADA’dan gereğince yararlanabileceği bir politika geliştirememiştir. Ajans’ın hiç bir organında yer almamakta ve araştırma projeleri bütçelerinden yararlanmamaktadır.
WADA kuruluşunun hemen ertesinde bir “Dopingle Mücadele Kodu” hazırlanmasına kendisini odaklamıştır. Bu bağlamda Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve UNESCO ile çok ciddi ve sıkı işbirliğine girmiş ve 2-3 Mart 2003 tarihinde Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da toplanan bir konferansta “KOD”u ülkelerin hükümet temsilcilerinin imzasına açmıştır. Kopenhag’da 51 Devlet   Kod’u kabul ettiklerine dair deklarasyonu imza etmişlerdir. Bu imza sadece devletlere değil Uluslararası Federasyonlara, Ulusal Olimpiyat Komitelerine ve diğer spor teşkilatlarına da açık tutulmuştur; bunlardan da çok büyük bir kısmı zaman içerisinde hem hükümetler olarak, hem de ulusal olimpiyat komiteleri ve ulusal dopingle mücadele kuruluşları (NADO’lar) WADA KOD’u tanıdıklarını beyan etmişlerdir. Bu bağlamda,  Türkiye hem hükümet olarak (GSGM), hem de spor teşkilatları olarak. TMOK ve Türkiye Doping Kontrol Merkezi gerekli işlemlerini yerine getirmişlerdir.
Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi WADA Kod 2003’te kabul edilmiş ve 2004’te yürürlüğe girmiştir. Ancak Kod, zaman içerisindeki uyugulamaları değerlendirilerek WADA Yönetim Organınca  (WADA Foundation Board) tarafından gözden geçirilmiş ve 17 Kasım 2007’de yeni şekli kabul edilmiştir. Bu yenilenmiş WADA Kod 1 Ocak 2009’da yürürlüğe girmiştir.
7 Temmuz 2007’den beri yürürlükte bulunan Olimpik Şart ve 19 Ekim 2005 tarihinde Paris’te kabul edilip 1 Şubat 2007’de yürürlüğe girmiş olan “UNESCO SPORDA DOPİNGE KARŞI ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİ”, her ikisi de, dopingin önlenmesi ve dopingle mücadelenin Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin misyonunun ana unsurlarından olduğunu belirtirler ve WADA Kod’un bu konuda temel rol oynadığını vurgulamaktadırlar.
Türkiye, “UNESCO SPORDA DOPİNGE KARŞI ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİ”ne katılmamızı 10 Aralık 2007 tarihinde 5721 sayılı Kanun ile uygun bulmuştur.

TÜRKİYE’NİN DOPİNGLE MÜCADELEDE POZİSYONU :
Türkiye’nin dopingle mücadeledeki pozisyonunu iki şekilde incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi, bu konuda elinde bulunan enstrümanların neler olduğuna bakmak, ikincisi ise bu enstrümanları nasıl kullandığını belirlemektir.
Türkiye’nin dopingle mücadele enstrümanları, öncelikle bu konuda yetkili ve/veya görevli kurum ve kuruluşlardır, ikincil olarak da bu kurum ve kuruluşların çıkartmış oldukları, ve uygulamalarına dayanak oluşturan hukuki metinlerdir.
Ülkemizin dopingle mücadelede yetkili ve/veya görevli teşkilat ve kurumlarını şöyle sıralayabiliriz:
•    Başbakanlık GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (GSGM)
•    GSGM  hizmet birimi konumunda olan, henüz özerk olmayan Spor Federasyonları (az sayıda)
•    Özerk (yada yeni düzende BAĞIMSIZ olacak olan) SPOR FEDERASYONLARI (halen 60 kadar)
•    TÜRKİYE FUTBOL FEDERASYONU (TFF) (özel Kanunu vardır)
•    TÜRKİYE MİLLİ OLİMPİYAT KOMİTESİ (TMOK)
•    TÜRKİYE MİLLİ PARALİMPİK KOMİTESİ (TMPK)
•    TÜRKİYE DOPİNG KONTROL MERKEZİ (WADA tarafından akredite Laboratuvar)
•    TÜRKİYE ANTİ DOPİNG AJANSI (TADA) (henüz yasası çıkmamış olduğundan kurulamamıştır)
Bu kurum ve kuruluşların uygulamalarına dayanak olan yasal metinler ise:
•    Avrupa Konseyi “DOPİNGLE MÜCADELE SÖZLEŞMESİ”
•    UNESCO “SPORDA DOPİNGE KARŞI ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİ”
•    DÜNYA ANTİ DOPİNG AJANSI (WADA) YASASI (KOD’u)
•    Uluslararası Olimpiyat Komitesi Şart’ı
•    Uluslararası spor federasyonlarının Tüzük ve dopingle mücadele Talimatları
•    GSGM  Dopingle Mücadele Yönetmeliği
•    GSGM Amatör Spor Dalları Ceza Yönetmeliği
•    GSGM Özerk Spor Federasyonları Çerçeve Statüsü (Anayasa Mahkemesi tarafından 19 Mart 2011 tarihinde yürürlüğe girecek şekilde iptal edilmiştir)
•    Özerk Spor federasyonlarının ANA STATÜLERİ ve Dopingle Mücadele Talimatları
•    GSGM Tahkim Kurulu Yönetmeliği
•    Hacettepe Üniversitesi TÜRKİYE DOPİNG KONTROL MERKEZİ (Laboratuvar) Yönetmeliği
•    Türkiye Futbol Federasyonu Futbol Disiplin Talimatı
•    Türkiye Futbol Federasyonu Futbolda Dopingle Mücadele Talimatı
•    Türkiye Futbol Federasyonu Doping Kontrol İşlemleri İç Talimatı
•    Türkiye Futbol Federasyonu Yasaklı Maddelerin Kullanım İzni Verilme İç Talimatı

Bu metinlere dayanarak alınan kararların içtihat oluşturması:
•    GSGM Ceza Kurullarının dopingle ilgili kararları
•    GSGM Genel Müdürlük Ceza Kurulu’nun Doping Suçları ile ilgili kararları
•    GSGM Merkez Ceza Kurulu’nun Dopingle ilgili kararları
•    GSGM Tahkim Kurulu’nun dopingle ilgili kararları
•    Özerk Federasyonların Disiplin veya Ceza Kurullarının dopingle ilgili kararları (Tahkim Kurulu’nda itiraza açık şekilde)
•    TFF Tahkim Kurulu kararları
•    Uulslararası federasyonlar ve CAS kararları
Henüz kanunlaşmamış tasarılardaki dopingle ilgili hükümler:
•    TADA Kanun Tasarısı
•    Anayasa Mahkemesinin 19 Mart 2010 tarihli iptal kararı sonrasında bir yıl içerisinde çıkartılması gereken “BAĞIMSIZ SPOR FEDERASYONLARI KANUN TASARISI TASLAĞI”
•    SPOR MÜSABAKALARINDA ŞİDDET VE DÜZENSİZLİĞİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN (5149 sayılı)’a ilavesi tasarlanan ve Dopingi KRİMİNALİZE etmeyi amaçlayan Tasarı’nın  yeni hükümleri (ileride incelenecektir).
Şimdi yukarıda belirtmiş olduğumuz enstrümanların bazılarını daha yakından inceleyelim:
Türkiye, dopingle mücadelede öncü ülkelerden birisi olduğunu daha önce belirtmiş olduğumuz üzere, henüz 1963’de Avrupa Konseyi’nin bu alanda başlattığı ilk çalışmalar sırasında bile doping hakkındaki tanımını vermiştir. 1963’de Türkiye Doping: “Doping maddesi, performansı yükselten bir tür farmakolojik uyarıcıdır”  şeklinde tanımlanmıştır.
Daha sonra Türkiye Dünyada, dopingle mücadele dayanağını oluşturacak yazılı kural koyan ilk ülkelerden birisi olmuş ve 1971 yılında çıkartmış olduğu “SPORTİF DOPİNGLERLE MÜCADELE YÖNETMELİĞİ” (halen artık yürürlükte değildir) ile dopingi bir kez daha tanımlamıştır. Bu yönetmeliğin 1. maddesine göre doping şu şekilde tanımlanmıştır:
“Doping, müsabakadan önce veya müsabaka esnasında her türlü sporcunun performansını sun’i olarak artırmak amacıyla doping maddelerinin o şahıs tarafından kullanılması veya hangi yolla olursa olsun fizyolojik maddelerin anormal miktarlarda kullanılmasıdır.”
Avrupa Konseyi’ne göre, Türkiye, 16/11/1989 tarihinde imzalamış olduğu “Dopingle Mücadele Sözleşmesi”ni 22/11/1993 tarihinde, 3885 sayılı Kanun’la onaylamış ve 01/01/1994’de yürürlüğe koymuştur. “Burada tarihlerle ilgili bir çelişkiyi belirtmek istiyorum. Avrupa Konseyi kayıtlarında Türkiye’nin Sözleşmeyi onay tarihi olarak 21.11.1993 gösterilmektedir. Oysa 3885 sayılı “DOPİNGLE MÜCADELE SÖZLEŞMESİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN”un Kabul tarihi 11.03.1993’dür. 21531 sayı  ve 21 Mart 1993 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Diğer yandan Avrupa Konseyi, Türkiye’nin Sözleşmeyi 01.01.1994’de yürürlüğe koyduğunu kayıtlarında ifade etmektedir. Oysa, Onay Kanunu’na göre “yayımı tarihinde” yani 21 Mart 1993’de yürürlüğe girmiş olması gerekir.”
Avrupa Konseyi Dopingle mücadele Sözleşmesi’nin bir iç hukuk belgesi haline gelişi Anayasa’nın 90. maddesine dayanmaktadır. Bu maddenin burada bizi ilgilendiren birinci ve sonuncu fıkraları şu şekildedir:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI madde 90:
Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
……………
……………
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir…
Bu suretle Türkiye’nin bir iç hukuk mevzuat belgesi haline gelmiş olan bu Sözleşmenin 2. maddesi dopingi şu şekilde tarif etmiştir:
“Sporda doping, yetkililerce yasaklanmış doping maddesinin farmakolojik özelliklerini erkek veya kadın sporculara verilmesi veya onlar tarafından kullanılmasını ifade eder”
Nihayet, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün 26 ağustos 1993 tarih ve 21680 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmış olan “GSGM Dopingle Mücadele Yönetmeliği”ni belirtmemiz gerekir. Bu Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde doping şu şekilde tarif edilmiştir:
“Sporda doping: sporculara farmakolojik sınıflama içinde yer alan doping maddelerinin verilmesini ve doping metodları uygulamasını veya maddeler ve metodların sporcular tarafından kullanılmasını … ifade eder”.
Ülkemizde yürürlükte bulunan DOPİNG tanımlarını belirtirken; ifade edilmesi gereken bir diğer doping tanımı Türkiye Futbol Federasyonu (TFF)’nun “Futbolda Dopingle Mücadele Talimatı”dır.
“Futbolda doping, organizmaya fizyolojik veya yabancı bir maddenin hangi yoldan olursa olsun anormal miktarda veya anormal bir yolla verilerek futbolcunun karşılaşma sırasında biyolojik veya ruhsal kapasite üstü performansını artırmak amacıyla uygulanmasını … ifade eder.”
Görüldüğü gibi ne zaman içerisinde, ne de aynı zaman kesitinde uygulanan dopingle mücadele mevzuatlarında doping hakkında henüz bir tanım birliğine varılmamıştır. Bu durum uluslararası düzeyde böyle olduğu gibi ülkemiz bakımından da farklılıklar arz etmektedir.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz doping hakkındaki doğrudan düzenleme metinleri yanında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve ona bağlı bütün spor federasyonları için geçerli olmak üzere “GSGM Amatör Spor Dalları Ceza Yönetmeliği”nin (7.1.1993 tarih ve 21458 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır) 48. maddesi “DOPİNG” hakkındadır.
GSGM Amatör Spor Dalları Ceza Yönetmeliği uyarınca, ceza müeyyidelerini uygulamaya yetkili üç çeşit ceza kurulu mevcuttur: Merkez Ceza Kurulu, Genel Müdürlük Ceza Kurulu, İl ve İlçe Ceza Kurulları. Bunlardan Merkez Ceza Kurulu bir üst kurul niteliğindedir ve diğer kurullarda verilen kararların inceleme ve itiraz mercii niteliğindedir.
GSGM Kanunu’na, federasyonlara özerklik veren 5105 sayılı Kanun ile eklenen “Ek 9. Madde) ile de GGSGM Tahkim Kurul ihdas edilmiştir. Tahkim Kurulu özerk spor federasyonları disiplin ve ceza kurllarının temyiz mercii niteliğindedir.

G.S.G.M. Genel Müdürlük Ceza Kurulu ile Merkez Ceza Kurulu ve Tahkim Kurulu’nun doping kararları hakkında genel değerlendirmemiz:
Doping suçtur, sporun en ağır suçlarından birisidir; bütün hukuk düzenlerinde cezalandırılmaktadır, cezalandırılmalıdır. Ancak bu cezalandırmanın adil, anlaşılır, gerekçeli ve hukuka dayalı olması şarttır. Başlıkta belirtmiş olduğumuz GSGM kurullarının incelemiş olduğumuz kararlarının hiç birisi hukuk oluşturan, içtihat teşkil edecek, emsal olarak değerlendirilebilecek içeriğe sahip değildir.
Bir çok halde iç mevzuatımızı da göz ardı ettiği gibi, uluslararası spor hukuku kurallarını, her sporun uluslararası federasyonunun kurallarını, sporcuların haklarını, genel olarak savunmanın kısıtlanamayacağını ve savunmaların değerlendirilerek, hukuki gerekçelerle çürütüldükten veya haklı görüldükten sonra karar verilmesi gerekliliğini göz ardı etmektedir. Ancak bu noktada Tahkim kurulu kararları bir iyileşme göstermektedir.
Bu kararlar iç hukukumuz açısından kesindir; ancak her sporun bağlı olduğu uluslararası mevzuat, sporcuya, özellikle de elit sporculara Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS)’a başvuru hakkı vermektedir.
Her Türk sporcusu, ulusal federasyonunun bağlı olduğu ve bu nedenle de kurallarına uymayı taahhüt etmiş olduğu uluslararası federasyonun mevzuatının vermiş olduğu hakla belli kurallara, usul hükümlerine bağlı kalarak, belli konularda, ki Doping bunların başında gelmektedir, “Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi” CAS’a başvuru hakkına sahiptir.
Türkiye Futbol Federasyonunun  DOPİNGLE MÜCADELESİ:

Diğer taraftan,  Türkiye Futbol Federasyonu da kendisine özgü bir Dopingle Mücadele Talimatına (son şekli Ağustos  2009 tarihlidir ) sahiptir; ve, bu talimatın çıkartılmasına hukuki dayanak olarak önceleri 3813 sayılı TFF Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca çıkartılmış olan TFF’nun Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Ana Statü ( ilk şekli 22.6.1993 tarih ve 21615 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmış olup), daha sonra da, incelemeye aldığımız 2009 tarihli 5894 sayılı Kanuna uygun şekilde çıkartılan yeni, 2009 tarihli TFF Statüsü’dür.) Bu Statü’nün 45. maddesinde TFF’nin Sağlı Kurulu altında bir Alt kurul olarak “Dopingle Mücadele Kurulu” oluşturmasını öngörmüştür. TFF Futbol Disiplin Talimatı’nın (Temmuz 2009 şekliyle) 60. Maddesi:  “Doping ve dopingle mücadele ile ilgili hususlar ve bunlara uygulanacak disiplin cezaları konusunda  (TFF) Dopingle Mücadele Talimatı hükümleri uygulanır.” demektedir.

TFF dopingle mücadelesinde testlerini 2002 yılına kadar Almanya Köln laboratuvarında yaptırmış, 2003 yılından itibaren yeni kurulan Türkiye Doping Kontrol Merkezi laboratuvarında yollamaya başlamıştır. 3813 nolu yasa ile özerk olan TFF Dopingle Mücadele Kurulu’nun ne Türkiye Dopingle Mücadele Kurulu ile ne de Gençlik ve Spor Bakanlığı Genel Müdürlüğü ile idari bir alakası yoktur.

TFF Dopingle Mücadele Yöntemlerini aşağıdaki şekilde sınıflandırmaktadır:
1-    Eğitim
a) Kongreler, seminerler organize etmek.
b) Sporcuları ve kulüpleri genel hijyen, sağlık ve dopinng konularında bilgilendirme toplatılar yapmak.
c) Kitap ve broşürler bastırmak.
d) Külüplerin doktor, masör, fizyoterepist ve fizik tedavi uzmanlarına doping konusunda yenilikler hakkında bilgi nakletmek.
2- Bütün bunların göz önününe alarak Dopingle mücadele talimatları hazırlamak veya dünyadaki bu tip mücadele talimatlarını izleyerek yenilemek.
3- Caydırıcı olmak amacı ile dünya standartlarına uygun doping kontrolleri yapmak.
4- Doping konusundaki bilimsel, idari gelişmeleri ulusal ve uluslararası düzeyde izlemek

TFF’nin  “FUTBOLDA DOPİNGLE MÜCADELE TALİMATI”nın 1. Maddesi talimatın amacını  kapsamını ve hukuki dayanaklarını şu şekilde tanımlamaktadır:

MADDE 1: AMAÇ
Bu talimatın amacı;
a) Futbolcuların bedensel sağlığının ve zihinsel bütünlüğünün korunmasını,bedensel ve zihinsel eğitiminin uluslararası anlayış içinde yapılmasını sağlamak,
b) Futbolda doping kullanımının önlenmesi için dopingle mücadeleyi gerçekleştirmekle görevli ve yetkili DopingleMücadele Kurulu’nun kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usulleri belirlemek
c) Yasaklanmış maddelerin veya yöntemlerin futbolcular tarafından kullanılmasını önlemek, bu yolla futbolcuların sağlıklı, spor ahlak ve dürüstlüğüne yakışır ve spor dalı kurallarına uygun biçimde, eşit şansa sahip olarak yarışmalarını sağlamak ve belirtilen amaçlara aykırı biçimde doping yapan futbolcular ile ilgilileri cezalandırmaktır.

MADDE 2: KAPSAM
Bu talimat, futbolda faaliyet gösteren kulüpleri, futbolcuları, yöneticileri, doktorları, masörleri, kulüp sağlık ekibi içindeki diğer bütün bireyleri ve dopingle mücadele çerçevesinde görev yapan ilgili kişi, kurum ve kuruluşları kapsar.

MADDE 3: DAYANAK
Bu talimat, 5894 sayılı Kanun ile buna dayanılarak çıkarılan TFF Statüsü hükümleri ve 3885 sayılı Avrupa Konseyi Dopingle Mücadele Sözleşmesi’nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun, 5721 sayılı UNESCO Sporda Dopinge Karşı Uluslararası Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun hükümlerine, Dünya Dopingle Mücadele Kuralları, Dünya Dopingle Mücadele Ajansı (WADA) Uluslararası Standartları, FIFA ve UEFA talimatlarına dayanılarak hazırlanmıştır.

GSGM’nin “ DOPİNGLE MÜCADELE YÖNETMELİĞİ” ise aynı kavramları şu şekilde vermektedir:

Amaç
Madde 1-Bu Yönetmeliğin amacı sporun ve sporcu sağlığının korunması, beden ve moral eğitiminin uluslararası anlayış içinde yapılması, sporda doping kullanımının ortadan kaldırılması için dopingle mücadelenin esas ve usullerini belirlemektir.

Kapsam
Madde 2-Bu Yönetmelik, bütün spor dallarında profesyonel ve profesyonel olmayan lisanslı sporcu, yarış hayvanı, teknik direktör, antrenör, çalıştırıcı, tıp doktoru, eczacı, veteriner hekim, fizyoterapist, beslenme uzmanı, masör ve sporda dopingle ilgili kişi, kurum ve kuruluşları kapsar.

Dayanak
Madde 3-Bu Yönetmelik, 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile bu Kanunda değişiklik yapan 3703 sayılı Kanun ve 3885 sayılı Avrupa Konseyi Dopingle Mücadele Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun hükümlerine dayanılarak hazırlanmıştır.

Görüldüğü üzere GSGM Dopingle Mücadele Talimatı 1993 tarihli olduğu ve güncelleştirilmemiş olduğu için DAYANAK maddesinde ne UNESCO Sözleşmesine ne de WADA’ya atıfta bulunmamaktadır. Ancak Talimattaki bu eksiklik uygulamada bu mevzuata da uyulması mecburiyetini zedelememektedir.

GSGM’nin özerklik vermiş  olduğu Spor Federasyonları kendi mevzuatlarında bir kaç madde ile yüzeysel şekilde veya bazıları ise bağlı oldukları Uluslararası Federasyonun dopingle mücadele mevzuatını dikkate alarak kapsamlı talimatlarla Dopingle Mücadele konusuna kurallara bağlamışlardır. Bu federasyonların her birinde bulunan Ceza veya Disiplin Kurulları sporcularının ve yardımcı / destek personelinin doping suçu işlemesi durumunda ilk inceleme ve yargılamayı yaparak ceza vermektedir. Bu ceza, ilgili(ler) tarafından GSGM Tahkim Kurul’nda temyiz edilebilmektedir.
Bahse konu GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TAHKİM KURULU’nun bu konudaki özel  YÖNETMELİĞİ bu Tahkim Kurulu’nun amaç ve kapsamını şu şekilde tanımlamaktadır:
“Amaç ve Kapsam
Madde 1- Bu Yönetmeliğin amacı, spor federasyonlarının iş ve işleyişleri ile ilgili olarak federasyon ile kulüpler, federasyon ile hakemler, federasyon ile teknik direktör, antrenör ve idareciler, kulüpler ile oyuncular, kulüpler ile kulüpler arasında çıkacak ihtilâflar hakkında federasyon yönetim kurulunca verilecek kararlar ile disiplin veya ceza kurulu kararlarını ilgililerin itirazı üzerine inceleyip kesin karara bağlamak üzere Genel Müdürlük bünyesinde kurulan Tahkim Kurulunun görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve esaslarını düzenlemektir.”

Türkiye, önceleri IOC, kuruluşundan ve yetkilendirilmesinden beri de WADA tarafından akredite edilmiş bir Doping Analiz Laboratuvarı’na sahiptir. Hacettepe Üniversitesi bünyesinde bulunan bu laborutuvar “TÜRKİYE DOPİNG KONTROL MERKEZİ  adını taşımakta olup özel Yönetmeliğinde “amacı şu şekilde tanımlanmıştır:

Amaç
Madde 1 – Hacettepe Üniversitesine bağlı bir birim olan Türkiye Doping Kontrol Merkezi (TDKM)’nin amacı; Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile imzalanan protokol hükümleri çerçevesinde Üniversitenin alanla ilgili Fakülte, Enstitü, Yüksekokul ve Uygulama-Araştırma Merkezlerinin işbirliği ile Ülkemizde gençliğin sağlıklı spor yapabilmesini sağlamak ve sporda haksız rekabeti önlemek, doping ve diğer kimyasal analizleri yapmak, temel ve uygulamalı araştırmalar ve projeler yapmak, bu alanda yeni teknikler geliştirmek, amaçları doğrultusunda bilgi toplamak, bilgi depolamak ve danışmanlık hizmetleri vermek, uluslararası kabul görmüş standartlarca akredite olmayı ve bu akreditasyonların sürekliliğini sağlamaya yönelik çalışmalarda bulunmak ve amaçları doğrultusunda ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmaktır.
Laboratuarın  “Faaliyet Alanları” ise yine aynı Yönetmelikte şöyle belirlenmiştir:
Madde 4 – Türkiye Doping Kontrol Merkezi, amacı doğrultusunda aşağıdaki alanlarda çalışmalarım yürütür:
a) Sporcuların haksız rekabetini önlemek, sağlıklı bir şekilde spor yapmalarım sağlamak ve dopingi kontrol etmek için haberli ve habersiz olarak alınan doping kontrol numunelerinin analizinin ve dopingle etkin mücadele çalışmaların yapılmasını sağlamak,
b) Doping değerlendirmesi ve diğer kimyasal analizler konusunda araştırma-inceleme-geliştirme ve uygulama projeleri yapmak, yaptırmak, bu konudaki çalışmalara katılmak ve desteklemek,
c) Spordan sorumlu Devlet Bakanlığına bağlı kurumlardan ve yurtiçi ve yurt dışındaki bu nitelikte veya bu amaca yönelik kişi, kurum ve kuruluşlardan gelecek doping kontrol numunelerinin kimyasal analizlerini yapmak, yaptırmak,
d) İhtiyaca yönelik olarak tanımlanacak araştırmaları yapmak, teşvik etmek, eşgüdümünü sağlamak, danışmanlık hizmeti vermek,
e) Yurtdışında ve yurtiçinde doping kontrolü ile ilgili gelişmeleri izlemek ve bu gelişmeleri ülkemize aktarmak ve bu konulara ilişkin yayınlar hazırlamak,
f) Kamuoyunu doping konusunda aydınlatmak amacıyla ulusal ve uluslararası nitelikteki panel, kongre, konferans ve bunun gibi toplantılar düzenlemek, temsilci ve/veya konuşmacı getirmek ve yollamak,
g) Hacettepe Üniversitesinin ilgili  Fakülte, Enstitü, Yüksekokul ve Uygulama-Araştırma Merkezleri ile Üniversite dışındaki kurum ve kuruluşlar ile işbirliği yaparak doping ve diğer kimyasal analizler ile ilgili tüm konularda her düzeyde öğrenci, öğretim eleman ve diğer personelin eğitiminde yardımcı olmak, bu amaçla uluslararası düzeyde sertifikaya yönelik eğitim ve öğretim programları düzenlemek,
h)  Yurtiçi ve yurtdışındaki ilgili kişi, kurum ve kuruluşlarla işbirliği halinde çalışmak.

Türkiye’nin dopingle mücadelede pozisyonunu belirlerken değinmek istediğimiz son iki  enstrüman: Birisi DOPİNGİN KRİMİNALİZE EDİLMESİ (yani Ceza Hukuku çerçevesinde suç sayılması ve buna göre cezalandırılması, diğer bir ifade ile Spor Hukuku dışına taşınması) diğeri ise Türkiye’nin muhakkak sahip olması gereken bir Dopingle Mücadele kuruluşuna (NADO), diğer bir ifade ile WADA’nın ulusal boyutu olarak gördüğümüz “TÜRKİYE ANTİ DOPİNG AJANSI” kurulmasını sağlayacak YASA tasarısının neler içerdiği ve ne durumda olduğudur.
28  Nisan 2004 tarih ve 5149 sayılı “SPOR MUSABAKALARINDA ŞİDDET VE DÜZENSİZLİĞİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI” ile Hükümet, halen TBMM’ne görüşülme sırasını bekleyen Kanun Tasarsı ile Sporda işlenen bazı suçları Ceza Hukuku kapsamına almak istemektedir. Bu şekilde ihdas edilmek istene suçlardan birisi de “DOPİNG”dir.

Bu Kanun Tasarısı’nın 3. Maddesinin 7. Fıkrası dopingi şu şekilde tanımlamaktadır:

“Doping: doğal olmayan, sporcunun sağlığı için zararlı madde ve yöntemlerin kullanılması ve/veya performanslarını artırabilecek madde ve yöntemlerin kullanımı/kullandırılması veya doping analizi için numune verme sürecinin ihlal edilmesini.”

Bu tasarıdaki doping tanımı, yukarıda, Türkiye’nin de taraf olduğu birçok uluslararası Sözleşmede bulunan veya sporu yöneten, yönlendiren uluslararası kuruluşun yapmış olduğu “doping” tanımlarına, Türk spor mevzuatında birçok Talimatta ve Yönetmeliklerde bulunan “doping” tanımlarına bir yenisini  daha ilave etmektedir. Üstelik bunu Ceza hukuku için yapmaktadır. Diğer bir deyişle “doping” suçunun tanımını yaparak bu suçun unsurlarını  ve de suçu işleyebileceek kişileri belirlemektedir. Bu tanımla, şimdiden, bir takım doping eylem ve eylemcilerinin, kanun kapsamı dışında oldukları savunması ile cezadan kurtulmaya çalışacaklarını, görmekteyiz.

Bu maddede dopingin tanımı yapılmıştır. Veya diğer bir ifade ile, zaten, nerede ise yüzlerce doping tanımına bir tane de Türk Ceza Hukuku açısından eklenmek istenmiştir. Ancak bu tanım daha başından eksik ve yanlıştır; zira, bu Kanun tasarısı, Madde hükmünün bu hali ile sadece “doğal olmayan performans artırıcıları” doping saymakta, doğal madde ve yöntemlerle performans arttırılmasını, dolayısıyla doping yapılmasını suç olarak tanımlamamaktadır.

Ayrıca,  Maddenin devamında “sporcunun sağlığı için zararlı madde ve yöntemlerin kullanılması” “ diyerek “yasaklı madde”  kavramını yok saymış ve de ilk aşamada bunların performansı artırıp artırmadığına bakılmaksızın doping  olarak nitelemiştir. Maddde hükmü bu hali ile açık değildir. Bir madde belli miktarda kullanıldığında sağlığa zarar vermeksizin doping oluşturabilir veya tersi de olabilir. Ayıca zarar ve doping eşikleri kişiden kişiye, sporcunun  kitle ağırlıklarına ve kadın veya erkek olmasına göre değişiklikler de arz etmektedir. Dolayısı ile bu maddede yer alan doping tanımı hem eksik, hem hatalı, hem de uygulamada büyük sorunlara neden olabilecek şekilde redakte edilmiştir.

Diğer yandan, Dünyada “doping maddesi” denince, artık sadece zararlı ve/veya performans artırıcı maddeler kasdedilmemektedir. Sağlığa hiç bir zararı olmayan, perforans artırıcı etkisi de bulunmayan bazı madde ve ilaçlar da, doping testlerinde tespit edildiklerinde sporcu “pozitif” olarak nitelenmektedir. Bunlar, başta WADA olmak üzere tüm anti doping kuruluşlarınca “maskeleyici” veya  “silici” olarak nitelenen maddelerin kullanımının tespitidir. Kanun tasarısı doping suçunu tanımlarken bu gibi maddelerin kullanımını suç tanımı dışında bırakmıştır. Bu da, bu Kanun ile güdülmek istenen, dopingle etkin mücadele amacına tamamen ters düşmektedir.

Kanun Tasarısı’nın 8. Maddesi şu şekilde başlamaktadır:

“Madde 8: 5149 sayılı Kanunun “Ceza Hükümleri” başlıklı Dördüncü Bölümüne 25. Maddeden sonra gelmek üzere aşaıdki maddeler eklenmiştir.

Şike ve teşvik primi:
Madde 25/A ………………………

Doping:
Madde 25/B – Spor müsabakalarında doping yaptığı veya doping analizi için numune verme sürecini ihlal ettiği tespit edilen sporcular ile yasaklı maddeleri kullandıran veya numune verme sürecini ihlal eden masör, antrenör veya idareciler, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
Doping suçunun uluslararası müsabakalarda işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

Bu Kanun Tasarısı’nın 3. Madde gerekçesinde: “……….. bu Kanunda ilk defa düzenlenen ……… ve doping tanımları yapılarak Kanunun uygulanmasında ortaya çıkabilecek tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.” denilmektedir. Ancak acaba gerçekten tereddütlerin önüne geçebilecek bir tanım mı yapılmıştır; yoksa yeni tereddütler mi yaratılmaktamıdır.

25/B maddesi gerekçesi ise şu şekildedir: “25/B maddesi ile, mevzuatta suç olarak vasıflandırılmayan “doping” konusunda da düzenleme yapılarak, spor müsabakalarında doping yaptığı veya doping analizi için numune verme sürecini ihlal ettiği tespit edilen sporcular ile yasaklı maddeleri kullandıran veya numune verme sürecini ihlal eden masör, antrenör veya idareciler, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılacağı, uluslararası müsabakalarda doping suçunun işlenmesi halinde  ise verilecek ceza yarı oranında artırılacağı esası getirilerek dopingle daha etkin mücadele edilmesi amaçlanmştır.”

Bir kere, hemen söyleyelim, maddelerin gerekçeleri, madde metinlerini tekrarlamaktan öte hiç bir şey söylememekte, bu halleri ile maddelerin anlaşılmasına yardımcı olmaktan uzak gözükmektedirler. 25/B maddesi “doping yapmayı veya doping analizi için numune verme sürecini ihlal etmeyi”  maddenin başındaki “Spor müsabakalarında” ifadesi ile yarışma dışı kontrollerde aynı eylemlerin tesbit edilmesine uygulamayı hariç tutmuş gözükmektedir.

Diğer taraftan bu suçta sanık olabilecek kişileri “yapan ve ihlal ettiği tespit edilen …. SPORCULAR … olarak belirlemekle suça karışabilecek diğer sporcuları hariç tutmakta, yine bu suçta sanık olabilecek sporcular dışındaki  kişileri “MASÖR, ANTRENÖR VEYA İDARECİLER olarak saymış olmakla ve “GİBİ – VESAİRE – İLGİLİ DİĞER KİŞİLER” sözcüklerini maddede kullanmamış olmakla, aynı suçta asli veya fer’i fail olabilecek, azmettirici olabilecek diğer kişileri, örneğin “SPOR HEKİMLERİNİ, TEKNİK DİREKTÖRLERİ, ÇALIŞTIRICILARI, TIP DOKTORLARINI, ECZACILARI, VETERİNER HEKİMLERİ FİZYOTERAPİSTLERİ, BESLENME UZMANLARINI”, (eylemin binicilik sporuda işlenmesi halinde ise at sahiplerini, seyislerini) hariç bırakmaktadır.

Suçun eylemlerini ise “doping yapmak” ve “numune verme sürecini ihlal etmek”le sınırlayarak, “doping maddesi satışını, dağıtımını, pazarlanmasını, kaçakçılığını” bu suçu oluşturabilecek eylemler dışında bırakmaktadır. Yine aynı şekilde, reşit olmayan küçük yaştaki sporculara doping maddesi kullandıran veya kullanmaya mecbur bırakan, velayet veya vesayet yetkisine ship kişilerin bu suçu işleyebilecekleri tamamen göz ardı edilmektedir. Oysa bize göre asıl Ceza hukukuna göre suç sayılması, hem de ağırlaştırılmış suç sayılması gereken eylemler bunlar olmalıdır. 25/B maddesini dar ve sadece sözel olarak yorumladığımızda doping suçunun üçüncü eylemini teşkil eden “numune vermekten kaçmak, kaçınmak, vermemekte direnmek” eylemlerinin de madde kapsamı dışında bırakılmış oldukları ileri sürülebilir.

Diğer yandan bu suçu işleyebilecek kişilerin uyrukları açısından hiç bir tanımda bulunmayarak, Türkiye’ye bireysel veya takım sporlarında bir Türk kulübünden lisans çıkartmış olan yabancı sporcuları ve Türkiye’de bir uluslararası turnuvaya, karşılaşmaya katılmak için gelmiş olan yabancı sporcuları da, kontroller sonucunda “pozitif” çıkmaları veya “diğer doping eylemlerinden” suçlanmaları halinde bu madde hükümlerine göre CEZA MAHKEMELERİNDE yargılanır hale getirmektedir. Bu durum, gerek yabancıların Türk Kulüplerinde – takımlarında profesyonel olarak spor yapmaları ve de Türkiye’de uluslararası şampiyonalar, Avrupa – Dünya Kupaları, Olimpiyatlar organizasyonunda, bu hükümler yürürlükte olduğu sürece, bu karşılaşmaları Türkiye’ye vermekte yetkili karar organlarını nasıl etkileyeceğini çok iyi değerlendirmek gerekir.

Bu Kanun  hükümlerinin, Türkiye’deki yabancıları kapsamıyacağı yolunda bir istisna da “kanun önünde eşitlik” ilkesini ihlal edeceğinden, hem Anayasamıza aykırı olacağı, dolayısı ile Anayasa Mahkemesi’nce iptal talebinin ileri sürülmesine neden olacağı, hem de Türkiye’nin zaten kabarık olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davalarına yeni bir kategori dava ilave edeceği kanaatını taşımaktayız.

25/B maddesinin son fıkrası: “Doping suçunun uluslararası müsabakalarda işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklindedir. Hemen belirtmeliyiz ki bu hükmün haklılığını anlamakta zorlanmaktayız. Zira bu yolla, madde gerekçesinde açıklandığı şekilde “daha etkin olarak mücadele edileceği” savına katılamamaktayız. Her ne kadar “suçun uluslararası müsabakalarda işlenmesi halinde” denmekte ise de, buradaki olgu, uluslararası müsabakalarda doping yapıldığının ortaya çıkmasıdır. Kişi pekala dopingi daha önceden de yapıyor fakat ulusal müsabakalarda kontrole alınmamış olduğundan, yakalanmamış olabilir. Ayrıca bu hüküm ile, bir kez daha müsabaka dışı kontrollerde doping tesbitinin bu madde hükmüne göre suç sayılmayacağı teyid edilirken, aynı eyleme aynı ceza ilkesi de ihlal edilmektedir. Tamamen, “ülkeyi küçük düşürme, ülke imajını zedeleme” gibi duygusal nedenlere dayalı bu yaklaşımı, dünyanın içinde bulunduğu globalleşme çağında yanlış ve ceza hukuku açısından geçersiz görmekteyiz. Bir suç nerede işlenirse işlesin, aynı cezayı almalıdır.

Türkiye Anti-Doping Ajansı – Türkiye Dopingle Mücadele Kurumu

WADA bütün ülkelerin birer NADO, yani “National Anti-Doping Organization – Ulusal Dopingle Mücadele Teşkilatı” kurmasını ön görmekte, bunu şart koşmaktadır. Hatta  Ulusal Dopingle Mücadele teşkilatı’nın nasıl olması, nelerle uğraşması gerektiği konusunda ISO (Uluslararası Standartlar Teşkilatı < ISO/PAS 18873 > “DOPİNG KONTROLÜNDE ULUSLARARASI PROTOKOL”ü ile ULUSLARARASI DOPİNGLE MÜCADELE TEŞKİLATLARI STANDARDI’nı yayınlamıştır. Türkiye bu Teşkilatı kurmak için teşebbüse geçmiş ve senelerdir çalışmalar yapmaktadır.

Bu bağlamda yıllar önce GSGM bir Komisyon oluşturarak (bizim de üyesi olmuş olduğumuz) ilk tasarısını hazırlatmıştır. Ancak daha sonra başka tasarı taslakları, hatta bir takım hizip projeleri dahi ortaya konmuştur. Nihayet, Hükümet 16.02 2007 tarihinde Dopingle Mücadele Kanun Tasarısı başlığı ile TBMM’ne bir kanun tasarısı sunmuştur. Ancak sevkedildiği yasama döneminde görüşülmediği için hükümsüz sayılmış; 09.042008 tarihinde Başbakanlıkça tasarı aynı içerikle TBMM nezdinde yenilenmiştir.

TADA’nın kurulmasını öngören bu Kanun Tasarısı 8 maddeden oluşmaktadır. Madde başlıkları sırası ile şöyledir:
1.    Amaç ve Kapsam
2.    Tanımlar ve Kısaltmalar
3.    Türkiye Anti Doping Ajansı
4.    TADA’nın Görevleri
5.    Yönetim Kurlu Görev ve Yetkileri
6.    TADA’nın Gelir ve Giderleri
7.    BADNAG
8.    Spor Fedeasyonlarının Yükümlülüğü

Ba Tasarının bazı maddelerindeki ifadelere daha yakından bakacak olurak, 1. Maddede Kanun’un amacı şöyle ifade edilmiştir:
“Bu Kanun’un amacı: sporda yasaklı madde kullanımını ortadan kaldırmak, sporcunun   ve spor yarışmalarında  kullanılan yarış hayvanlarının sağlığını korumak, eşit şartlarda  ve rekabet ortamında spor yapılmasını sağlamakla görevli ve yetkili Türkiye Anti-Doping Ajansının kurulması ile bu Ajansa bağlı olarak görev yapan diğer kurulların görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları belirlemektir.”
Aynı madde 2. Fıkrasında Kanun’un kapsamını vermektedir. Buna göre:
“Bu Kanun: sporcu, antrenör, hakem, idareci, kulüp ve diğer spor elemanları ile yarış hayvanı sahip ve sorumlularını kapsamaktadır.”

Tasarı 2. Maddesinde Tanımları verirken,bir kere daha Doping’in tanımını yapmıştır: Bu hükme göre:
“Doping: doğal olmayan, sporcununveya yarış hayvanının sağlığı için zararlı madde ve yöntemlerin kullanılması ve/veya performanslarını artırabilecek madde ve yöntemlerin kullanımı/kullandırılması.”
şeklinde tanımlanmıştır. Burada belirtmek istediğimiz bir husus, yukarıda, yine Tasarı olan Doping’i bir ceza hukuku suçu haline getirmek isteyen tasarı ile bu tasarıdaki Doping tanımlarının farklı olduğudur. Türkiye artık tek bir Doping tanımı üzerinde fikir birliği etmelidir.

Tasarının 3. Maddesi TADA nın hukuki niteliğini belirlemektedir. Buna göre TADA:
“TADA, tüzel kişiliğe sahip özel hukuk hükümlerine tabi bağımsız bir kuruluştur.”

Tasarı sonraki maddelerinde, TADA’nın organlarının neler olduğu, nasıl oluşacakları; Ajansın görev ve yetkilerinin neler olduğu, Yönetim Kurulu’nun oluşum şekli ile görev ve yetkileri sayılmış; tüzel kişiliğin gelr ve giderleri belirlenmiştir. Kısaca BADNAG olarak isimlendirilen organı ise “Bağımsız Doping Kontrol Numune Alıcıları Kurulu”nu ifade etmektedir. Nihayet, son maddesinde de Spor Federasyonlarının TADA ffaliyetlerine uymak ve gerekli yardım ve kolaylığı göstermek zorunda oldukları belirtilmiştir.

SONUÇ:

Türkiye Dopingle mücadeleyi önemsemektedir, hatta bu konuda fazlası ile iyi niyetlidir. Bütün dopingle mücadele kuruluşlarında gerek kamu, gerekse özel hukuk spor kuruluşlarıyla (GSGM – TMOK) yer almış, belgelerini onaylamıştır. Ancak henüz bir NADO’sunun (TADA) bulunmaması bu alandaki en büyük eksikliğidir.

Dopingle mücadelede gerekli yargılama kuruluş ve mevzuatına sahiptir. Ancak bu konuda gerekli bilgi ve bilinç eksiği vardır. Her ne kadar Dünyada akredite analiz laboratuvarına sahip azınlık ülkelerinden biri ise de, sporcularının maruz kaldıkları yerli veya yabancı test sonuçlarında savunma bilirkişiliği yapabilecek uzmanlarından  büyük oranda yoksundur.

Doping alanında savunmaları üstlenebilecek uzman Avukatları hemen hiç yoktur. Hele bu alanda mukayeseli hukuk  yapan, bir doping davasında ilgili sporun uluslararası mevzuatına bihakkın vakıf, o kuruluşun yargılama mekanizmalarını bilen, içtihatlarından emsal gösterebilecek, üst yargı organı Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) içtihatlarını bilen hukukçuları henüz yeterince yoktur. Bu durum, yabancı merciler önündeki davalarda, yabancı avukatların angaje edilmesi ile kısmen çözülebilirken, bilhassa iç hukuk doping davalarında büyük sakıncalar doğurmaktadır. Türk insanının bir de bu konuda yabancı dil bilme (İngilizce veya Fransızca, hatta yabancı meslektaşlarımızın çoğunun sahip olduğu her ikisini birden bilme) hendikapı bulunmaktadır.

Bu eksiklik, iç hukumuzda karar verici durumda olan kurulların üyelerinin de yabancı dil sorunlarında çarpıcı şekilde ortaya çıkmaktadır. Uygulamak durumunda oldukları yabancı mevzuatı tercümeleri üzerinden değerlendirmek durumunda kaldıklarında, yakın zamanda bazı Doping davalarımızda görülmüş olduğu üzere, daha sonra yabancı – uluslararası  spor yargı organlarınca bozulan kararlar vermektedirler.

Son olarak belirtmek istediğimiz, Türkiye’de dopingle mücadele konusunda bir meslekler çatışması bulunduğudur. Tıp doktorlarının, dopingle ilgilenenleri, bu alanı kendi mesleki inhisarlarında görmektedirler. Oysa, bize göre doping hukuki bir meseledir, bir dava türüdür. Tıp doktorlarının bu alanda önleyici fonksiyonları inkar edilemez. Sporculara nelerin zararlı olabileceğini, neleri hiç kullanmamaları, ya da ne miktarda almaları gerektiğini anlatmak onların mesleki konusudur. Hatta, Dünyada maalesef görüldüğü gibi, doping yapılmasını da yönetmenin bu mesleğin bazı Hipokrat yeminlerini unutmuş mensuplarının işi olduğu bilinmektedir. Ancak doping test işlemlerinin düzenlenmesinden, sonuçlarının cezalandırma veya savunma pozisyonunda değerlendirilmesi hukukçuların işidir. Tıp doktorları, eczacılar, kimyacılar, özellikle farmakologlar, analiz eksperleridir. Rolleri, tıpkı bir cinayet davasında adli tıp uzmanının tespitleri seviyesinde, doping maddesini belirlemek aşamasındadır. Ondan ötesi tamamen hukukçuların işidir.

Bu bakımdan hukukçularımızın, ister akademisyen, ister yargıç – savcı yada avukat olsunlar doping olgusu ile daha yakından ilgilenmeleri ve bu alanda uzmanlaşmaları hem ülkemiz, hem sporumuz hem de sporcularımız açısından yararlı, hatta kanımızca elzemdir.

Av. Kısmet Erkiner

İstanbul, 2 Mayıs 2010

< Bu tebliğ, 14 Mayıs 2010 tarihinde 60. Hukuk İlmi Uluslararası Birliği – IALS Kongresi
Spor Hukuku Sempozyumu’nda (İstanbul Üniversitesi) sunulmak üzere hazırlanmıştır. >