Uluslararası Olimpiyat Komitesi Ve Spor Hukuku

Av. Kısmet ERKİNER
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Üyesi
Spor Hukuku Enstitüsü Başkanı
Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) Üyesi

Giriş :
A:  IOC’nin yapmak istedikleri – yapabildikleri
1. Spor yapmak bir insan hakkı mıdır ?
2. IOC’nin misyonunda önemli olan “Olimpik ateşkes” geçekleştirilebiliyor mu ?
3. Olimpik oyunlar siyasetten arındırılmış mıdır, arındırılabilir mi ?
4. Olimpiyatlardaki yarışmaların niteliği nedir ?
5. Amatörlük, olimpizmin prensiplerinden midir ?
6. Olimpiyatlara katılmak mı, finale kalmak mı, madalya almak mı  önemlidir?

B:   IOC’nin olmak istedikleri – olabildikleri

1. Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile Uluslararası Olimpiyat Komitesi ilişkileri.
2. Olimpik Şart’ın niteliği.
3. IOC’nin hukuki niteliği.
4. IOC’nin Teşkilatı – IOC üyeliği.
5. IOC’nin organları, yapılanması, gelirleri.
6. IOC, Olimpik oyunların sahibi.
7. Ulusal olimpiyat komiteleri.
8. Uluslararası spor federasyonları.
9. IOC ve Uluslararası hukuk.

Sonuç:

Giriş:

Olimpik hareket, IOC’nin üst yetkileri ile yönetilen, düşünülmüş, organize edilmiş, evrensel ve devamlı bir eylemdir. Bu hali ile “Olimpik hareket” ile “sportif hareket” biri birlerinden farklı kavramlardır. Sportif hareket, bu genel isimlendirme ile spor dünyasının bütün aktörlerini  herhangi bir tanımlanmış yapılandırma veya betimleme ifade etmeksizin bir araya getirirken, Olimpik hareket, IOC tarafından Olimpik Şart ile teşkilatlandırılmış olan belirli ve eylemsel bir hukuki varlığı ifade etmektedir.

Olimpik hareket, bir tek hukuki kişiliğe indergenebilecek bir “tüzel kişilik” olmayıp, tam tersine, çekim merkezi IOC olan girift bir teşkilatlar galaksisinden oluşmaktadır.

Olimpik hareketin ideolojisi olan “olimpizm”, Baron de Coubertin’e göre, dört prensibe dayanır:

“Her şeyden önce, Olimpizm bir dindir; yani yüksek ve mükemmel bir yaşam idealine inanmaktır. Dahası, aralarında eşitlik bulunan bir seçkinler grubunu temsil etmektir. Bir ateşkes dönemi yaşamaktır. Düşünce ve sanat oyunlarına katılmakla güzelliği yüceltmektir.”

Ancak, Coubertin’in bu ifadelerine rağmen, Olimpizm’in tanımı uzun süre kuramsal hale getirilmemiştir. Ancak 1990’da ilk kez Olimpik Şart’ta yer almış ve bu günkü şekli Şart’ta yapılan 1 Eylül 2004 değişikliği ile oluşturulmuştur. Buna göre:

“Olimpizm bir hayat felsefesidir;bedensel yeteneklerle, usun iradesini dengeli bir şekilde birleştirir. Sporu, kültür ve eğitim ile bir araya getirir. Olimpizm, gayretten duyulan sevinç ile, iyi örnek olmanın eğitsel değerini ve evrensel temel etik kurallara uymanın haklılığına dayanan bir yaşam tarzını ifade etmektedir.”

“Olimpizm’in amacı, sporu, barışçı bir toplum yaratmaya yönelik, insan onurunu korumayı hedefleyen insanoğlunun dengeli gelişmesine sunmaktır.”

Bu, Olimpik Şart’ta yer alan tanımların ışığında, Olimpik Oyunların, spordan çok daha fazlasını ifade ettiğini, insanlığın dayanışma ve birlikteliğini ifade eden simgesel ve kültürel bir bayram olduğunu belirtmemiz gerekmektedir.

Ancak, Oyunların salt sportif değeri yanında, siyasal, mediyatik, mali, ticari yansımaları da mevcuttur; ve bunlar o denli önem kazanmaktadır ki, seyircilerin büyük çoğunluğu, hatta sporcular için de Olimpizm’in ahlaki ve eğitsel niteliklerinin önüne geçmektedir. Bu kitleler için, Oyunlar, insanlık onuruna ithaf edilmiş kültürel bir etkinlik olmaktan ziyade, görselliği yoğunlaştırılmış bir dünya şampiyonaları dizisinden ibarettir. Bu bakımdan Olimpik Oyunlara katılım, harekete katılımı ve ona yön veren ideolojisini benimsemeden ziyade, yukarıda belirttiğimiz etkilerinden yararlanma amacına yönelik hale gelmiştir.

Bu durumda, etkinliğe katılmak o denli önem kazanmıştır ki, bir çok sportif teşkilat, kendilerini IOC’nin otoritesi altına sokacak olan Olimpik Hareket’e katılmayı bir zorunluluk olarak görür olmuşlardır. Diğer bir ifade ile “modern olimpizm” gücünü Olimpik Oyunlar’dan alır hale gelmiştir.

Ancak IOC, kendisini bu durumdan çok daha ileride görmektedir ve dünya sporunun siyasetini birçok başka alanlarda da sürdürür olmak istemektedir. Bu bağlamda, sporun, sporcuların, kadınların yerinin promosyonu; sportif etik, fair play, eğitim; ayırımcılık, doping, şiddet ile mücadeleler; çevrenin korunması IOC’nin kendisini yetkin gördüğü alanlardır ve Olimpizm’den çok öte, spor ile ilintili gördüğü bütün konularda faaliyette bulunmak istemektedir.

Esasen IOC, Şartında prensiplerini belirlediği Kural 2’de Olimpik Oyunlara sadece iki paragraf ayırmışken, IOC’nin global işlevlerini tanımlamaya ayırmış olduğu paragraflar çok daha fazladır.

A:  IOC’nin yapmak istedikleri – yapabildikleri

1:     Spor yapmak bir insan hakkı mıdır ?

Spor yapma hakkının ya da daha kısa bir ifade ile “ spor hakkı”nın bir insan hakkı olduğunu öncelikle olimpik hareket ileri sürmüştür, savunmaktadır. Gerçekten Olimpik Şart’ın 8. maddesi: “ Spor yapmak bir insan hakkıdır. Her birey, gereksinimleri doğrultusunda spor yapmak olanağına sahip olmalıdır.” demektedir (Halen, Şart’ın 2007 değişiklikleri ile “Olimpizmin Temel Prensipleri arasında 4. maddesinde  daha da genişletilmiş olarak yer almaktadır ve son şekli şu şekildedir: “Spor yapmak bir insan  hakkıdır. Her birey hiç bir ayırımcılığa muhatap olmaksızın ve karşılıklı anlayışı, arkadaşlık, dayanışma ve fair-play anlayışını içeren  olimpik ruh ile spor yapmak imkânına sahip olmalıdır. Sporun teşkilatlanması, yönetimi ve işletmesi bağımsız spor teşkilatlarınca kontrol edilmelidir).

Hemen belirtmekte yarar görürüz ki IOC Şartı’nda bulunan bu hüküm ilk şekli ile 1994 Paris Olimpik Kongresinde kabul edilmiştir. Diğer bir ifade ile Olimpizmde oldukça yeni bir hükümdür. Ancak bir özel hukuk  tüzel kişisi olan IOC’nin bu beyanının, o, kendisini bu hakkı kabul ettirmeye yetkili ve etkili görse bile, uluslararası camiayı hukuken bu yönde bağlama gücü yoktur. Bu beyanı desteklemek için bir takım uluslararası etkili belgelerde, aynı yönde ifadeler, hükümler aramamız gerekmektedir.

Bunlardan birincisini, bire bir, sporun bir insan hakkı olduğunu ifade etmese bile, destekleyici nitelikte olmak üzere, “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi”nde bulmaktayız. Gerçekten, 10 Aralık 1948 tarihli bu uluslararası belgede : “her bireyin dinlenmeye ve boş zamana hakkı vardır” ifadesi 24. maddesinde yer almıştır. Ayrıca, UNESCO’nun  1978’de kabul etmiş olduğu “Beden Eğitimi ve Spor Uluslararası Şartı”nın 1. maddesi. “ her insanın, kişiliğinin gelişmesi için elzem olan, beden eğitimi ve spora ulaşmak temel hakkı vardır ”. Aynı Şart’ın 3. maddesi: “beden eğitimi ve spor programları kişilerin ve toplumun gereksinimlerine cevap verecek nitelikte olmalıdır” hükümlerini içermektedir.

Nihayet, 1992’de kabul edilmiş olan Avrupa Konseyi Avrupa Şartı’nda “ hükümetler, insanın gelişmesinde önemli bir unsur olan sporu teşvik niteliğinde, her bireyin spor yapmasına olanak sağlayacak tedbirleri alacaklardır” ibaresi vardır. Burada belirtmiş olduğumuz, IOC’nin temel prensiplerinden, bize göre de en önemlilerinden birisi olan, “spor hakkı”nı destekler nitelikteki bu belgeler, Devletleri muhatap almaktadırlar. Ancak, hukuken mecbur kılıcı nitelikleri bulunmamaktadır. Bu durumda, “spor hakkı”nın bir temel insan hakkı olup olmadığı, IOC’nin bütün israrına rağmen, halen tartışılmaya devam etmektedir. Henüz evrensel kabul görmüş bir insan hakkı olarak Devletlere uyulması ve korunması zorunlu bir hak düzeyine ulaşmamıştır. Bu konuda amir bir hüküm yoktur.

Türkiye’nin yeni bir anayasa hazırlaması araştırmalarının olduğu bir süreçte Anayasa’mızın sporla ilgili 59. maddesinin gözden geçirilerek, madde içeriğine “sporun bir insan hakkı olduğunu” belirten bir içerik kazandırılmasını, bu yönde dünyada öncü bir anayasa haline gelmesini ve anayasal bir hak haline gelecek olan sporda arzu edilen aşamaları yapmamızda kolaylaştırıcı ve destekleyici rol oynayacağı görüşündeyüz.

2:   IOC’nin misyonunda  önemli  olan “Olimpik ateşkes” gerçekleştirilebiliyor mu ?

IOC’nin, sporu  bir insan hakkı olarak tescil ettirmek kadar önemsediği bir diğer husus “olimpik ateşkes ”tir.

1992’de IOC, olimpik ateşkese saygı gösterilmesi için bir çağrıda bulunmuş ve bu girişiminde Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın desteğini sağlamıştır. Bu suretle, 1993’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Olimpik ateşkese saygılı olunması yönünde bir karar almıştır. 1994’de BM Genel Kurulu o yılı “spor ve olimpik ideal uluslararası yılı” ilan etmiştir. Yine 1994’de BM konuyu “ spor ve olimpik ideal sayesinde barışcı ve daha iyi bir dünyanın inşa edilmesi için olimpik ateşkese saygı gösterilmesi” şeklinde gündemine almış ve o tarihten beri iki yılda bir BM, her yaz ve kış olimpiyatlarından önce bu konuda aynı kararını tekrarlamaktadır.

2000 yılında, BM’in “bin yıl” zirvesinde 160’dan fazla devlet ve hükümet başkanının katılımı ile yapılan toplantıda kabul edilen deklarasyonun bir paragrafı, Olimpik ateşkese saygı ve spor ve olimpik ideal vasıtasıyla insanlar arasındaki barış ve anlayışın sağlanmasına, IOC’nin bu yöndeki gayretlerine destek ifadeleri içermektedir.

Ancak, dünya olimpik ateşkese ne denli saygılı olabilmektedir, olmak istemektedir; incelenmesi gerekir. Kabul edilmelidir ki IOC, siyasi olaylaran kendisini soyutlamak istemesine rağmen, hiç bir zaman “ spor yoluyla kardeşlik” doktrinini tesis ettirememiştir. Geçmişe gitmeye gerek yok, günümüzde, 2008 Pekin Olimpiyatlarını birinci gününde Rusya ve Gürcistan  8 Ağustos 2008 günü silahlı çatışmaya girmişlerdir. Bunu o tarihte yapmaları şart mıydı. Bu hususu siyaset bilimcilerin ve tarihçilerin, özellikle de spor tarihçilerinin incelemeleri gerektiği kanaatındayız.

3:  Olimpik oyunlar siyasetten arındırılmış mıdır, arındırılabilir mi ?

Olimpik Şart’ın 3. maddesi: “ Her hangi bir kişi veya ülkeye karşı, ırkı, dini veya siyasi nedenlerle ayırımcılık kabul edilemez.” demektedir. (Halen, Şart’ın 2007 değişiklikleri ile “Olimpizmin Temel Prensipleri arasında 5. maddesinde  daha da genişletilmiş olarak yer almaktadır ve son şekli şu şekildedir: “Her hangi bir kişi veya ülkeye karşı, ırkı, dini, cinsiyeti veya siyasi ya da başka nedenlerle her türlü ayırımcılık, Olimpik harekete mensubiyet ile bağdaştırılamaz”)  Şart’ın 7. maddesi de (Halen Madde 6: “Olimpik Oyunlar”  madde başlığı altında)  “ Oyunlar sporcular arasında, bireysel veya takımlar halinde yapılmakta olup ülkeler arasında yarışmalar değildir ” diyerek, ayırımcılık yasağı hakkındaki hükmünü desteklemektedir. Ancak uygulamalar acaba bu yönde midir, veya bu ilkeyi ne derecede IOC uygulayabilmektedir. Diğer bir ifade ile siyaset ne derecede olimpik oyunlarda vardır, bulaşmaktadır, etkili olmaktadır. Bu konuyu kronolojik olarak incelediğimizde, maalesef hemen her oyunu çeşitli şekillerde gölgeleyen – etkileyen bir siyasi olayın olduğunu görmekteyiz:

* 1896 Atina: Sedan mağlubiyetinin intikamını almak isteyen Fransız Jimnastik Derneği’nin, Almanya’nın bu ilk oyunlara katılmasını engellemeye çalışması;
* 1920 Anvers, 1924 Paris, 1948 Londra: IOC, daha sonra çok şikayet ettiği boykotları ilk kendisi uygulamıştır: Birinci ve İkinci Dünya Harpleri’nin mağlubu Almanya  ve müttefikleri oyunlara alınmaması.
* 1936 Berlin: Hitler, Jesse Owens’in elini sıkmayı reddetmesi;
* 1948 Londra: Komünist ülkelerin oyunlara ilk katılımı;
* 1952 Helsinki: S.S.C.B. ilk kez oyunlara katılması;
* 1956 Melburne: Süveş sorununu kınayan boykotlar (Mısır, Lübnan v.s.); Sovyetlerin Budapeşte müdahelesini kınayan başka ülkelerin boykotları (Hollanda, İspanya v.s.)
* 1960 Roma: Güney Afrika Cumhuriyeti’nin katılmasına izin verilen son oyunlar;
* 1964 Tokyo: Endonezya ve Güney Kore, İsrael’in katılımını ve 1962 Asya oyunlarında Taiwan’ın bulunmamasını protesto için oyunlardan çekilmeleri;
* 1968 Mexico: iki Amerikalı sporcunun, madalya töreninde Kara Panter selamını vermeleri;
* 1972 Münih: Filistin fedailerinin Olimpiyat köyüne yaptıkları baskın, 11 İsrael sporcusu ile 5 Filistin fedaisinin ölümü ile sonuçlanması;
* 1976 Montreal: Güney Afrika ile işbirliği yapmakla suçlanan Yeni Zellanda’nın oyunlara katılmasına itiraz eden Afrikalı birçok ülkenin oyunları boykot etmesi;
* 1980 Moskova:  aralarında Birleşik Devletler, Fed. Almanya ve Japonya gibi ülkelerin bulunduğu 63 Devlet, Sovyetler Birliği’nin Afganistanı işgalini protesto için oyunları boykot etmeleri;
* 1984 Los Angeles: Sovyetler Birliği ve Doğu bloku devletleri, dört yıl önceki Amerikan poykotunu protesto etmek için bu oyunlara katılmamaları;
* 1988 Seul: Güney Kore’nin serbest seçimler yapmayı kabul etmesi, Kuzey Kore’nin, iki ayrı Kore’nin Oyunlara kabulünü protesto etmek amacıyla oyunları boykot etmesi;
* 1992 Barcelona: Güney Afrika’nın yeniden oyunlara kabul edilmesi; Eski Yugoslavya’nın sporcularının ancak bireysel olarak (Olimpiyat bayrağı altında) oyunlara katılmalarına izin verilmesi;
* 1996 Atlanta: Olimpiyat köyünde patlayan bombalar, bir ölü;
* 2000 Sydney: Olimpiyat meşalesini Avustralya “aborjin” sporcusunun yakması
* 2004 Atina: İlk kez tarihe geçecek ve Oyunları etkileyen siyasi bir olayın olmaması
* 2008 Pekin: Öncesinde, Çin’in Tibet politikası ve eylemleri yüzünden oyunların boykot edilip edilmeyeceğinin gündeme getirilmesi; Oyunları açılış günü Rusya’nın IOC ve BM’in yerleştirmeye o kadar gayret gösterdikleri Olimpik ateşkesi hiçe sayarak Gürcistana karşı askeri harekat başlatması.

Görüldüğü gibi sporda siyasetin etkili olmadığı veya sporun siyasete alet edilmediği sürekli bir düzen sadece bir düşten ibarettir. Esasen IOC de artık bu gerçeği kabul eder olmuştur. IOC’nin şimdiki Başkanı Jacques Rogge 4 Şubat 2002 tarihinde Fransız L’Equipe gazetesine verdiği beyanatta şu ifadede bulunuyordu:
“ Bu konuda hiç bir kaçamağımız yok, sporun siyasete ihtiyacı var. Biz siyasi erke diyoruz ki: bize yardım edin, biz de size yardım edelim; ancak, bağımsızlığımıza ve felsefemize de saygı gösterin.”

4:  Olimpiyatlardaki yarışmaların niteliği nedir ?

Olimpik Şart “Olimpik oyunlar, bireysel veya takım halinde, sporcular arasında yarışmalar olup, ülkeler arasında yapılmamaktadır.”(Olimpik Şart, kural 9.1, halen Madde 6.1)) demektedir.

Oysa Olimpik Şart’ın bir çok maddesi ve bunlara dayalı uygulama bu kuralı hemen her an yalanlamaktadır. Öncelikle, Olimpiyatların açılış töreninde sporcular ülke bayraklarının gerisinde yürüyüş yapmakta (Olimpik Şart m. 69, halen Şart’ın 2007 metninde madde 56, Açıklama metni 1.3,), Şart’ın 69. madde açıklama metni 1.4 ise tamamen çiğnemektedir ; madalya aldıklarında gönderlere ülkelerinin bayrakları çekilmekte, birinci gelenin ulusal marşı çalınmaktadır (Şart m. 69 açıklama metni 2.3; Şart m. 70, açıklama metni 1.1.;  bütün bu hükümler artık Şart metninde yer almamakta olup IOC’nin Protokol Rehberi adlı belgesine aktarılmıştır).  Dolayısı ile IOC Şartı’nın kuralının uluslararası toplumun Olimpiyatlardan algıladığı ile uyum halinde olmadığı kanısındayız.

Esasen bu sadece bizim görüşümüz değildir. 1976 Montreal oyunlarından sonra, IOC’nin o tarihteki Başkanı Lord Killanin (İngiliz, 6. Başkan 1972-1980) şu bayanda bulunuyordu:
“ Günümüzde Oyunlar öyle bir etkinliğe ulaşmıştır ki sportif eylem, bir siyasi eylem haline gelmiştir. Ben, kişisel olarak Olimpik Oyunlarda bayraklar ve ulusal marşlara karşıyım, ancak bu görüşüm IOC içerisinde azınlıktadır. Dolayısı ile bayrakları muhafaza edeceğiz. Maalesef…”

5:  Amatörlük, olimpizmin prensiplerinden midir ?

Burada ele almak istediğimiz konu “amatörlük” meselesidir. Amatörlük olimpizmin prensiplerinden, sporun olmazsa olmazlarından birisi midir ?

Bu sorunun cevabını öncelikle Olimpik Şart’ta aradığımızda, halen hiç bir maddesinde  cevabını bulamamaktayız. Amatörlük hakkında dayanak aramamız gereken ikinci veri kaynağının, modern olimpiyatların yaratıcısı Baron P. de Coubertin’in yazılarındaki beyanları ve Şart’ın önceki şekilleri olduğu kanısındayız. Öncelikle bakın, Baron de Coubertin bu konuda 1936’da neler demiş:

“Bir kere amatörlük yoktur ve hiç bir zaman olmamıştır. İkincisi, tarafımdan büyük bir özenle yazılan olimpik yeminde amatörlüğe atıfta bulunan en ufak bir sözcük dahi yoktur.”

Coubertin, kendisine atfedilen ve rahatsız olduğu bu efsaneden açıkça kurtulmak istemiştir. Ölümünden bir yıl önce kendisi ile yapılan bir söyleşide şu ifadeleri kullanmıştır:

“Bu ne eski hikayedir ki, olimpik amatörlük. Şu meşhur, yazarı olmaktan gurur duyduğum olimpik yemini bir okuyun. Neresinde, olimpik stadyuma giren sporculardan, imkânsızlığını kabul eden birinci kişi olduğum, mutlak amatörlük istendiğine dair bir ifade vardır. Bu yeminle bir tek şey talep etmekteyim: sadece amatör sporculara özgü olmayan, sportif dürüstlüğe bağlı kalmak. Beni ilgilendiren sportif ruhtur; sadece milyonerlerin kendilerini spora vakfedebilecekleri şu saçma İngiliz anlayışı değil. Bu amatörlüğü ben istemedim, bana bunu empoze edenler, uluslararası federasyonlar oldu. Dolayısı ile bir olimpik sorun oluşturmamaktadır.”

Ancak belirtmeliyiz ki, 1913’de bir yandan Jim Thorp’a acıdığını ifade ederken, diğer yandan, profesyonelliğinden dolayı bu sporcuya ceza uygulayan Amerika Olimpiyat Komitesini tebrik eden yine aynı Coubertin olmuştur. Baron, hatıralarında bir kere daha kendisini amatörlük konusunda savunmak ihtiyacını duymuştur:

“ Bu konu ile hiç bir zaman çok fazla ilgilenmedim. Ancak sportif camiada atfedilen önemi gördüğümde, benden beklenilen gayreti gösterdim, fakat bu, hiç bir zaman inançlı bir gayret olmadı. Spora inancı, yüz para alınıp alınmamış olunmasına bağlamanın, kilisinenin zangocunun, kutsal mekanın bakımını yaparken bir maaş almasından ötürü dinsiz olduğunu ifade etmek kadar bana saçma geliyor.”

Coubertin’inkişisel görüş ve ifadeleri bu şekilde olmakla beraber, amatörlük, kendisinin de söylediği gibi kurucu başkana empoze edilmiş ve Olimpik Şart’ın ilk şekline 26 sayılı kural olarak sokulmuştu. Kuralın ifadesi 1925’te daha da katılaştırılmış ve 1970’lere kadar korunan bu hüküm şu şekilde ifade edilmekteydi:
“ Bir amatör, spor yapamaya her zaman zevk ve değişikliklik olsun diye yönelen ve bundan her hangi bir maddi çıkar beklemeyen kişidir.
Şayet kişinin:

o geçimini halen ve gelecekte sağlayabileceği istikrarlı bir pozisyonu yoksa,
o spora katılımı için bir ücret alıyor veya gelecekte alacaksa,
o yapmakta olduğu sporun uluslararası federasyonunun kurallarına ve bu maddenin hükümlerine uymuyorsa

amatörlükten bahsetmesi mümkün değildir.”

Sporun en önemli dallarından olan Atletizm’i uluslararası boyutta yöneten IAAF, 1981’e kadar yürürlükte olan Anayasası’nda (Tüzüğünde madde 51) Amatörlüğü şu şekilde tanımlamaktaydı:
“ Amatör, spor aşkı için yarışan ve her hangi bir maddi çıkar elde etmeyi amaçlamadan bir rekreasyon aracı olarak spor yapan kişidir.”

Bilindiği üzere IAAF daha sonra bu tutmunu değiştirmiş, mevzuatını da değiştirerek adındaki “amatör” kelimesini de sırf aynı baş harfleri muhafaza edebilecek şekilde, 2001’de “associations – dernekler” sözcüğü ile değiştirmiştir.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz ve halen yürürlükte olmayan bu IOC kuralı çerçevesinde sporcular hükümetlerinden maaş, eğitim kurumlarından veya finans kuruluşlarından yardımlar veya üniversitelerden sportif yeteneklerinden ötürü burslar alamazlardı. Bu yasaklara harfiyen uyulması halinde Oyunlar, başkan Brundage’in savunduğu gibi, sadece zenginlere açık hale gelirdi. Bu sav ise ancak XIX. Yüzyıl için geçerliydi.

Gerçekçi olmak gerekirse aslında geçerli olan profesyonellikti ve bu da üç şekilde gerçekleşmekteydi: sahte amatörlük,  kurumsallaşmış profesyonellik ve Devlet profesyonelliği.

Bu ifadelere baktığımızda, IOC’nin 7. başkanı Samaranch’ın seçildikten kısa bir süre sonra (1980 -2001 yılları arasında yirmibir yıl başkanlık yapmıştır) 1984 yılında olimpiyatlara katılımda amatörlük şartını kaldırarak, olimpizme aykırı davranmadığını, kurucusuna ihanet etmemiş olduğunu ifade edebiliriz. Bunu yapmakla, olimpiyatları bütün sporculara ayırım yapmaksızın açmış ve muhtemelen bu günkü önem ve boyutuna ulaşmasında en önemli adımı atmıştır. Bugün artık amatörlüğün, sporun uluslararası aktörlerinin hemen tamamı tarafından terkedilmiş bir kavram olduğu ifade edilmektedir.

Peki öyleyse, Türkiye neden hâlâ bir takım mevzuatında amatörlükten bahsetmekte ve uygulamasında olmayan bir prensibe sadık kaldığını göstermeye çalışmaktadır. İncelenmesini, cevaplanmasını ve çözümlenmesini diliyoruz. Biz de artık, Coubertin’in dediği gibi, “bu saçmalığa” bir son verelim, olmayanı kabullenelim ve hukuken de tescil edelim. Zira biz bunu yapmasak bile, yapmamamız bir süre sonra hiç bir şey ifade etmeyecektir. Türkiye’nin üyelik müzakerelerini sürdürdüğü Avrupa Birliği, Antlaşmasının 2. maddesi çerçevesinde, bir kuruluşun veya federasyonun kendi mevzuatınca sporcularının amatör addetmesine karşın, bu sporcuların ekonomik faaliyette bulunduklarını saptayabilecek ve bu saptamasının sonuçlarını uygulayabilecektir.

6:   Olimpiyatlara katılmak mı, finale kalmak mı, madalya almak mı önemlidir?

Türkiye, olimpiyatlardaki başarısını sadece almış olduğu madalyalarla ölçmektedir. Acaba bu değerlendirme tarzı doğru bir yaklaşım mıdır ? Olimpiyatlarda, bizden çok daha başarılı ülkelerin bir çoğu, özellikle olimpiyatlar arasındaki başarı istatistiklerini oluşturduklarında, özellikle bir oyunda kaç sporcularının finallere katılabildiklerine bakmaktadırlar. Zira bu kriter, bir ülkenin spor politikasının başarısını değerlendirmekte, madalya almak gibi, çok hassas bir kriterden daha anlamlı ve istikrarlı bulunmaktadır.

Esasen, IOC nin Olimpik Şartı’nın 70. maddesinin Uygulama metninin 2. maddesinin 2.1 ve 2.4 bendlerinde (Halen Şart’ın 2007 şeklinde madde 57 ve Uygulama metni yerine de IOC Protokol Rehberi’ne bakılacak) ilk üç dereceye madalya ve beratının verileceği belirtilirken, 8.lik derecesine kadar olan derecelere berat verileceği ve bu beratta kaçıncı olunduğunun da yazılacağı belirtilmekle Uluslararası Olimpiyat Komitesi 8.liğe kadar olan derecelerin de başarı ifade ettiğini vurgulamış olmaktadır. Bunu gerek bireysel, gerekse takım klasmanlarında öngörmüştür.

Dolayısı ile Türkiye’nin sadece bir olimpiyata kaç sporcu ile gittiğini ve kaç madalya aldığını dile getirmenin yanında, bir olimpiyata kaç sporcu ile katılıp, kaç sporcusunun finale kaldığı, kaçının ilk sekiz arasında yer aldığının verilerini ifade edip, bunlar arasındaki orantıları, dört yıllık başarı mukayeselerini yaparken daha doğru  mukayese verisi olarak kullanmasını önermekteyiz.

B:   IOC’nin olmak istedikleri – olabildikleri

1:    Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile Uluslararası Olimpiyat Komitesi ilişkileri:

Bu konu IOC’nin uluslararası düzende, spor dışında ne olduğu, nasıl bir statüye sahip olduğu nasıl algılandığını belirlemek açısından önemlidir.

1970’li yıllar boyunca IOC ile BM ve onun oluşurduğu uluslarası teşkilatlar sistemi biri birlerine son derece mesafeli kalmışlardır. Bu iki lider teşkilat arasındaki işbirliği IOC başkanlığına Samaranch’ın 1980’de seçilmesinden sonra başlamıştır. İlişkiler 1984’de IOC Başkanı ile UNESCO Genel Müdürü arasında bir işbirliği anlaşmasının imzalanması ile başlamıştır. Daha sonra BM sistemine dahil bir takım başka kuruluşlarla da anlaşmalar akdedilmiştir. Bunların başında Dünya Sağlık Tekilatı,  UNICEF, Birleşmiş Milletler Çevre Programı, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği gelmektedir. Daha sonra da, olimpik ateşkesin gündeme gelmesi iki teşkilat arasındaki yakınlaşmayı pekiştirmiştir. Bu bağlamda 1995’de tarihinde ilk kez IOC Başkanı BM Genel Kurulunda konuşma yapmak olanağına kavuşturulmuşur. Diğer yandan IOC’nin tertiplediği bütün olimpik organizasyonlarda BM bayrağı dalgalandırılmaktadır.

2:   Olimpik Şart’ın niteliği:

IOC’nin eski başkanı Samaranch: “ Olimpik hareket, herkes için kutsal bir nitelik kazanması gereken bir kurumdur. Esasen, kendi kutsal kitabımıza da sahibiz: Olimpik Şart” demiştir. Bu ifade, IOC eski başkanının Olimpik Şart’a atfetmek istediği aşırı önemi vurgulamaktadır. IOC, resmi söyleminde Şart’ı bir anayasaya benzetmekten israrla çekinmektedir. Zira bu benzetmeyi, resmi bir söylem haline getirmek IOC’yi Devletler hukukunun içine sokmak anlamını taşıyabileceğinden korkmaktadır. Oysa, bilindiği gibi sportif düzen ve özellikle IOC kendisini titizlikle Devletler hukukunun dışında tutmak istemektedir.

Coubertin, başlarda Olimpik Şart’ı elle yazılmış bir belge olarak oluşturmuş ve kendisinden sonra gelenlerin benimsemedikleri bir doktriner yaklaşımla : “ Şart değişmezdir. Kimse, ne Kongre ne de Komite hiç bir yerini değiştiremez”  demiştir. Ancak bilindiği üzere Şart bir çok kez değiştirilmiş ve artık her Sesyonda, hükümlerinde günün şartlarına uygun oynamalar yapmak nerede ise adet haline gelmiştir. (En son değişiklikler de 7 Temmuz 2007 tarihinde Guatemala’da toplanan IOC 119. Sesyon’unda yapılmıştır)

Belirtmak isteriz ki, aşırı beyanlarda bulunmak sadece Samaranch’a özgü değildir. Kendisinden önceki başkanlardan Amerikalı  Brundage:

“Olimpik hareket Coubertin’in kurmuş olduğu bir XX. yüzyıl dinidir; diğer bütün dinlerin temel değerlerini içeren evrensel nitelikte bir din; gençliğin hoşuna giden dinamik, etkileyici ve canlı, modern bir din; ve bizler, IOC üyeleri onun müritleriyiz.”

Olimpik hareket ve onun Şart’ının bu şekilde kutsallaştırılma istekleri, önemli şekilde, olimpik hareketin kendisini hiç bir hukuk düzeninin denetimine sokmama direncinden gelmektedir. Daha da bağnaz davranan bazı yazarlar IOC’yi Katolik kilisesine benzetmektedirler. Bunlara göre IOC, Papayı seçen Vatikan’dır. Ulusal Olimpiyat Komiteleri onun piskoposluklarını oluşturmaktadır. Uluslararası federasyonlar ise dinsel düzeni sağlayan teşkilatlar olup, “Olimpiya” da kutsal mekândır. (Coubertin’in vasiyeti üzerine  “kalbinin” burada gömülü olduğunu hatırlatalım.)

Bu şekilde Olimpik harekete mistik bir içerik verilmeye çalışılmasına karşı olan bir grup yazar ise materyalist bir yaklaşımla Olimpik hareketi şu şekilde tanımlamaya çalışmaktadırlar:

“IOC, her üyesinin bir adet nama yazılı hissesine sahip olduğu çok uluslu bir anonim şirkettir. Bu hissedarlar yılda bir kez genel kurul (Sesyon) halinde toplanırlar.  Yönetim kurulunu ve başkanı seçerler. Bunlar da genel müdürü tayin ederler. Bu şirketin üretimi dört yılda bir tekrarlanan bir dizi sportif yarışmadır. Bütün dünyada ham maddeleri sağlayan (sporcular) şubeleri vardır ( ulusal komiteler). Danışman mühendisler (uluslararası federasyonlar) üretimi denetlerler. Ancak üretim için, kendilerine karşı sorumlu olan taşaronlar (Olimpik oyunları tertip komiteleri) kullanırlar.”

Ancak kanımızca, bütün bu benzetme gayretlerine gerek olmaksızın, Olimpik Şart’ı daha gerçekçi bir yaklaşımla, IOC’nin bu belge ile sahip olduğu yetkilere dayanarak, IOC’ye rağmen bir “Anayasa” ve “Tüzük” olarak nitelemek daha doğru olur. Olimpik Şart bir takım değerleri ifade eden bir kurallar bütünü olmakla birlikte, çeşitli aktörlerinin de çalışmalarını düzenlemektedir. Bu bakımdan da bir anayasa- kurucu tüzük olarak nitelemek daha doğru olur kanısındayız. Esasen Şart’ın 2007 şeklinde eklenen “ Olimpik Şart’a Giriş” başlıklı ilk sayfasında [a] bendinde: “  Olimpik Şart, kurucu nitelikte bir temel belge olarak Olimpizmin başlıca değerlerini ve temel prensiplerini belirler” demekle, bizim Anayasa nitelememizi doğrulamaktadır.

Bu bağlamda belirtmemiz gerekir ki IOC’nin ilk yazılı kuralları “IOC Tüzüğü” başlığı ile 1908’de yayınlanmıştır. 1924’de “Olimpik Şart” isimlendirmesi, “IOC Tüzüğü” başlığının alt başlığı olarak ilk kez kullanılmıştır. Tam olarak da “Olimpik Oyunlar Şartı” adını taşımaktadır. 1946’dan 1955’e kadar “Olimpik Kurallar” başlığının alt başlığı olarak kullanılırken, 1956 basımında çıkartılmış ve ancak 1978’den itibaren yeniden ve bu kez esas başlık olarak IOC mevzuatını ifade eder olmuştur. Halen yürürlükte olan Olimpik Şart metni  2007 yılında IOC’nin 119. Sesyon’unda kabul edilmiş olan şeklidir. Buradaki son şeklini de yukarıda belrtmiş bulunuyoruz.

Bütün bu izahatların sonunda belirtmek istediğimiz, Olimpik Şart’ı Türkçe tercümesinde “ANTLAŞMA” olarak nitelemiş olmak yanlıştır. Antlaşma’nın ne olduğu hukukta ve özellikle devletler umumi hukukunda çok açık şekilde tanımlanmıştır. Dolayısı ile “Olympic Charter”e Türkçe’de de teknik olarak kullanılan sözcüklerle “Olimpik Şart” adı ile anmak ve içeriği, önemi veya işlevi gözönünde tutularak hukuken “Olimpik Anayasa” veya daha da gerçekçi bir yaklaşımla “Olimpik Tüzük” olarak algılamak daha doğru olur kanısındayız. (İşaret etmek isteriz ki Birleşmiş Milletler Teşkilatının kurucu belgesi de “Şart” adını taşımaktadır ve Türkçe’de de “Birleşmiş Milletler Şartı” olarak anılmaktadır; dolayısı ile “Olimpik Şart” demek yanlış olmaz.)

Olimpik kurallar belirli bir hiyerarşiye tabidirler. Olimpik Şart, türev kuralların üzerindedir. Diğer bir ifade ile türev kurallar, Olimpik Şart’a uygun olmadırlar, onu değiştiremeyecekleri gibi, çelişkili de olamazlar. Ancka CAS’ın bazı içtihadlarında da belirtildiği gibi (CAS 2002/O/373 ve CAS 2002/O/372 yayınlanmamış kararı) “türev hukuk”, Şart’ı besleyen hükümler içerebilir. IOC’nin organları arasındaki hiyerarşi, çıkardıkları kurallar arasında da bir hiyerarşiye neden olur. Bu bağlamda Sesyon’un kuralları Yönetim kurulu için amirdir; Sesyon ve Yönetim Kurulu kuralları da Komisyonlar için amirdir.

Bu şekilde ifadesini bulan IOC’nin yaratmış olduğu hukuka uymamanın müeyyideleri Olimpik Şart’ın 25. maddesinde (halen 23. madde) belirtilmiştir. Bu müeyyideler iki çeşittir: Olimpik Hareket içerisinde uygulananlar ve daha spesifik bir şekilde de Olimpik Oyunlarda uygulananlar. Bunlardan birincisine örnek olarak “tanınmanın kaldırılması”nı ikincisine de “diskalifiye etme”yi belirtebiliriz.

IOC’nin kendi organlarınca yaratılan hukuk kuralları arasında hiyerarşinin bulunması yanında, Olimpik Hareketin diğer kuruluşlarınca çıkartılan kurallara karşı önceliği, üstünlüğü de söz konusudur. Ancak bu ikinci husus tam mutlak olmayıp, bazen, zorunluluktan IOC’nin bu kuralı işletmediği, üstünlüğünü kabul ettiremediği durumlar da olmaktadır. Bu duruma en bariz örnek olarak IOC ile FIFA arasınaki kural ihtilafını gösterebiliriz. FIFA’nın oyun kuralları Olipik Oyunlara katılımı 23 yaş sınırı ile tahdit etmektedir.

FIFA Oyun kuralları Madde 24’e göre (Nisan 2004 metni):

* Erkekler turnuvasında sadece 1 Ocak 1981 ve sonrasında doğanlar eleme ve final yarışmalarına katılabilirler. Ancak, bu yaş sınırını aşan ençok üç oyuncu final yarışmasında yer alabilirler.
* Bayanlar turnuvasında ise yaş sınırı eleme ve final yarışmalarında uygulanmamaktadır.

FIFA’nın bu kuralı, Olimpik Şart’ta Ağustos 2004’de yapılan değişiklik öncesinde, kural 47’ye göre, “sağlık nedeni ile belirlenenler dışında yarışmacılara hiç bir yaş sınırı uygulanamaz” kuralına aykırı idi.  Zira FIFA kuralı hem kişiler arasında yaştan ileri gelen bir ayırımcılıkta bulunmaktaydı, hem de aynı ayırımcılığı cinsiyetler arasında uygulamaktaydı. Bu durum halen de yürürlüktedir ve IOC bunu kabullenmek zorunda kalmıştır. Zira FIFA yönünden, Olimpiyatlar ile kendi Dünya Kupasına bir rakip organizasyon yaratmak istememektedir. IOC’de, dünyanın en popüler sporunu Oyunlardan ihraç etmeyi göze alamamaktadır.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz 1 Eylül 2004 değişikliği ile IOC Şart hükmünden “sağlık nedeni ile yaş sınırlaması getirilebilir” hükmünü kaldırmış ve bu suretle uluslararası federasyonlara yaş sınırlaması getirme olanağını genelleştirilmiştir. (Halen Şart’ın 2007 şeklinde bu hüküm 43. maddesinde yer almaktadır). Bu durum, IOC ile FIFA arasındaki bir güçler çatışmasında IOC’nin bayrak indirmesi olarak algılanmaktadır. Ancak bu bayrak indirmeyi hazmedemeyen IOC, görüntüyü kurtarmak için madde sonuna : “….IOC Yönetim kurulunca onaylanan şekli ile” diye bir ifade ekleyerek IOC’nin Federasyonlar üzerinde hükümranlığı varmış intibaı uyandırılmak istenmiştir.

3:    IOC’nin hukuki niteliği:

Olimpik Şart IOC’yi şu şekilde tarif etmektedir: “IOC, hükümetler dışı uluslararası teşkilat niteliğinde (sivil toplum kuruluşu), kâr amacı gütmeyen, dernek tüzel kişiliği İsviçre Federal Konseyi’nce tanınan, sonsuz süreli bir dernektir.” (Şart m. 19). Bu hüküm Şart’ın 2007 şeklinde şu şekli almıştır: “IOC, hükümetler dışı uluslararası teşkilat niteliğinde (sivil toplum kuruluşu), kâr amacı gütmeyen, dernek tüzel kişiliği bulunan ve bu tüzel kişiliği 1 Kasım 2000 tarihli bir sözleşmeyle İsviçre Federal Konseyi’nce tanınan, sonsuz süreli bir dernektir”. IOC her ne kadar kendisini “olimpik hareketin üst otoritesi” olarak tanımlamakta ise de, bu durumda IOC, İsviçre Medeni Kanunu’nun 60  ve müteakip maddelerin tâbi bir İsviçre hukuku derneğidir.

Ancak belirtmemiz gereken husus, meselenin gözüktüğü kadar kesin ve basit olmadığıdır. IOC’nin hukuki niteliği hep gündemde olmuştur, Lozan’a yerleştiğinden beri, hiç bir zaman gerçekten çözümlenmeksizin; hattâ bir ara ticaret şirketi olarak bile nitelenmesi sözkonusu olmuştur.

1970’li yılların başında, Lord Killanin’in başkanlığı döneminde, yabancı personel istihdamında sorunlar çıkmıştır; zira İsvicre mevzuatı bu konuda kısıtlamalar içermektedir. Konuya bir çözüm getirmesi için 1973’de bir hukuk komisyonu oluşturulmuştur. Bu ad hoc komisyonun tespitleri herkesi şaşırtmıştır; zira Komisyon, IOC’nin tüzel kişiliğinin bulunmadığını saptamıştır. Bu nedenledir ki 1974 Sesyonu’nda biraz önce belirttiğimiz tanım Olimpik Şart’a dahil edilmiştir. Bu surete IOC, Lozan’a yerleşmesinden 60 küsür yıl sonra İsviçre resmi makamları nezdinde tüzel kişilik kazanmıştır. Bu durum IOC’nin gücünün hukukilikten ziyade prestije dayalı olduğunu ortaya koymuştur.

Pozitif hukuka göre IOC, İsviçre hukukuna tâbi bir dernekten ibarettir. Ancak IOC gibi iddialı bir kuruluşun bu kadar sıradan bir hukuki nitelendirmeden hoşnut olması düşünülemez. Bu nedenledir ki tanımında kendisine “hükümetler dışı uluslararası teşkilat” nitelemesinde bulunmuştur. Ancak bu, hukuki bir değeri olmayan bir ifadeden ibaret kalmaktadır. Zira bütün İsviçreli kuruluşlar için olduğu gibi bütün içsel ihtilaflar bir Vaude Kantonu hakimine sunulabilir.

Bu durum 1979 yılında meydana gelmiş ve IOC’nin Taiwan’lı üyesi, mahalli mahkemelere IOC aleyhine başvuruda bulunmuş ve mahkeme kendisini yetkili bularak başvuruyu kabul etmiştir. Her ne kadar bu başvuru, davacısı tarafından 1981’de geri çekilmişse de, IOC gerekli dersi çıkararak, IOC üyelerinin yemini hakkındaki Olimpik Şart’ın 20. kuralına, kararlarını itiraz edilemez olarak kabul ettiklerine dair, özel bir ifade ilave etmiştir. Ancak böyle bir hükmün meşruluğu, özellikle İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ışığında çekince ile karşılanması gereken bir hükümdür.

IOC, İsviçre’deki konumundan hiç bir zaman hoşnut olmamıştır ve İsviçre Federal Konseyi’nden gerçek bir “ikâmetgâh sözleşmesi (accord de siège)” elde etmeye uğraşmaktadır. IOC’ye göre bu statü Cenevre’de iki kuruluşa tanınmıştır: IATA (Hava Taşımaclığı Uluslararası Derneği) ve Parlamentolar Birliği. İkâmetgâh Sözleşmesi, bir teşkilat ile ev sahibi Devlet arasında akdedilen özel bir sözleşmedir. Böyle bir sözleşme, özellikle kuruluşun işgâl ettiği binalar ve diğer mekânlarında yapabileceği düzenlemeler ve denetleme yetkilerinin neler olduğunu belirlemeye yaramaktadır.

Bununla beraber İsviçre Federal Konseyi zaman içerisinde IOC’ye bazı maddi avantajlar tanımıştır. Buna göre, 8 Temmuz 1981 Kararnamesi ile IOC’yi, Milli Savunma vergisinden ve yabancıların İsviçre’de çalışma mevzuatının uygulamasından muaf tutmuştur. 23 Haziran 1999 tarihli bir Federal Konsey Kararı ile de IOC’nin faaliyetlerinin önemini tanımış ve “federal gelir vergisi”nden müstesna kılmıştır. Daha önce IOC, 1994’de Katma Değer Vergisi’nden de muaf olmak için bir başvuruda bulunmuş, ancak 1998-99’da patlak veren skandalların etkisi ile bu başvurusunu geri çekmiştir. Bütün bu talepler IOC’de biri birleri ile çelişen iki yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bir yandan kendisini her türlü devletsel kısıtlamaların dışında görürken, diğer yandan devletten her türlü imtiyaz ve avantajı elde etmeye çalışmaktadır. Bu merkantil davranış da, IOC’nin bir ticari kuruluş olduğunu ileri sürenlere, tezlerini güçlendiren savlar sağlamaktadır.

İsviçre makamlarının IOC lehinde kabul ettikleri son metin 1 Kasım 2000 tarihini taşımaktadır. Bu belge iki taraflı bir sözleşme olup daha önce tanınmış olan muafiyetleri teyid etmekte ve IOC’nin faaliyetinin önemini tanıdığını belirtmektedir. Buna karşılık da IOC, İsviçre’nin güvenliğini tehlikeye düşürecek her türlü davranıştan kaçınacaktır. Bu sözleşmeyi IOC’nin iddia ettiği kadar önemsemek çok doğru bir yaklaşım olmaz. Zira İsviçre Federal Konseyi bu sözleşmeye “İkâmetgah Sözleşmesi” demekten özenle kaçınmıştır; ayrıca, bu sözleşmenin 17. maddesine göre taraflar bir yıllık bir feshi ihbar ile sözleşmeyi sonlandırabileceklerdir. Bir diğer ifade ile İsviçre, IOC’ye verdiklerini geri alabilecektir.

Bütün bunlar, IOC’nin arzuladığı imtiyazlar, onun bir uluslararası teşkilat olduğunu kabul ettirmeye yöneliktir. Çok istediği diplomatik dokunulmazlığın bile bu sonucu doğurabileceği tartışmalıdır. IOC’nin önemi hukuki kriterlerden ziyade ekonomik kriterlere dayandırılabilir. IOC bir yandan bunları isterken diğer yandan uluslararası teşkilatlar nezdinde bir danışma kuruluşu olma statüsünü kabullenmeyi de reddetmektedir. Bütün bu ifadelerin sonunda IOC’nin  istediği, bir “uluslararası hukuk süjesi” olmadığını ve fakat “uluslararası amaçlar taşıyan bir İsviçre hukuku süjesi” olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı Kızıl Haç teşkilatı gibi.

4:    IOC’nin Teşkilatı – IOC üyeliği:

IOC teşkilatında, en kendisine özgün, izah edilmesi ve anlaşılması gereken özellik IOC üyelerinin seçiliş şekli ve sıfatlarıdır. Üyelikten kastedilen, daha sonra ele alacağımız ulusal olimpiyat komitelerinin veya uluslararası federasyonların IOC bünyesindeki statüleri olmayıp, birey üyelerinin durumudur. IOC üyeliği ünvanını sadece gerçek kişiler taşımakta olup tüzel kişiler üye olamazlar.

IOC’de üyeler “cooptation” (kooptasyon – kendi kendisini seçme) usulüyle seçilmektedirler. Bu sistem kurucu Coubertin tarafından, kendi istediği kişilerden başka kimsenin IOC üyesi olamaması, IOC’nin dış etkilere ve etkenlere kapalı olması için, bizzat düşünülmüş ve yaratılmıştır. Ancak sistem zaman içerisinde değişikliklere uğramış fakat prensibi korunmuştur. Bu bakımdan IOC üyelerinin seçiminde devrim değil evrim olduğunu söyleyebiliriz.

Bu evrimde en önemli hususlar üyelerin görevde kaldıkları süre ve yaş haddi konusudur. Önceleri ömür boyu seçilen IOC üyelerinin daha sonra yenilenebilir 8 yıllık süreler için seçilmeleri ve yaş haddi getirilmiştir. Bu  yaş konusunu birazdan daha teferruatlı şekilde ele alacağız. Ondan önce “cooptation” eylemini biraz açalım. IOC’nin Genel Kurulu niteliğindeki “Session (sesyon)” üyelerini bizzat kendisi seçer. Bu seçilen üyeler uyruğunda oldukları Devletlerde IOC’yi temsil etmekte olup, ülkelerini IOC’de temsil etmemektedirler.

IOC üyeleri, bu sıfatları ile, bulundukları ülkedeki Olimpik Hareketin durumu, promosyonu ve ihtiyaçları hakkında IOC Başkanına bilgi vermekle yükümlüdürler; Olimpik Şart’ın uygulanmasını engelleyebilecek her türlü durum ve olaydan, Başkan’ı hemen haberdar etmekle mükelleftirler. Daha somut olarak da, bulundukları ülkedeki Olimpik programların nasıl uygulandığını kontrol etmekle sorumludurlar.

IOC’ye üye seçimi Genel Kurul’da gizli oyla yapılmaktadır. Ancak, fiilen üyeleri seçen IOC Yönetim Kurulu’dur. Zira Sesyon, sadece Yönetim Kurulu’nun teklif ettiği adaylar arasından seçim yapabilmektedir. Diğer bir ifade ile IOC Yönetim Kurulu’nun aday seçtiğini, Genel Kurul gizli oyla onaylamaktadır da diyebiliriz. (Olimpik Şart, kural 23). IOC üyelerinin seçiliş usulüne 11 Aralık 1999’daki 110. Sesyonda önemli değişiklikler getirilmiştir. Şimdi bunlara değinmek istiyoruz:

Bundan böyle prensip olarak bir ülke uyruğundan ancak bir kişi seçilebilir. Ancak mevcut hakları korumak için bir dizi geçici hüküm de kabul edilmiştir. (Olimpik Şart kural 20, Uygulama metni 2.2,3 ve 4; halen Şart madde 16). Bu tarihten önce Sesyon, olimpiyatların yapılmış olduğu bir ülkeden ikinci bir üye seçebilmekteydi. Ayrıca Başkan da,  ikametgâh ve uyruk gözetmeksizin 10 üye teklif edebilmekteydi. (Bu iki olanağın sonucuna örnek olarak İsviçre’nin IOC’de üç üyeye sahip olmasını gösterebiliriz).

1999’da yapılan değişikliklerle üyelerin 80 yaşına kadar üye olmaları ve 1966’dan önce seçilmiş üyelerin ise ömür boyu üye kalmaları kabul edilmiştir. 1965’den önce bütün üyeler, daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi, ömür boyu seçilirlerdi.  Bir ara yaş haddi 72’ye indirilmiş; daha sonra, önce 75’e, 1995 yılında ise 80’e çıkartıldığı görülmüştür. Bunun sebebi, o tarihlerdeki Başkan Samaranch’ın görevde kalmasına imkân sağlamak olarak izah edilmektedir (Samaranch 21 yıl başkanlık yapmıştır: 1980 -2001).  Başkan tarafından, hiç bir kritere bağlı kalmaksızın 10 üye teklif etme hakkı da yine Samaranch’ın başkanlığını güçlendirmeye yönelik olduğu söylenmektedir.

IOC üyesi olabilmak için gerekli teorik niteliklere gelince, en az 18 (!) en çok 70 yaşında olmak gerekiyor; 31 Aralık 2003’e kadar en çok 130 üye bulunabilirken, zaman içerisinde bu sayı 115’e indirilecek ve bu sayıda dondurulacaktır. Bundan böyle de IOC farklı yöntemlerle seçilmiş üyelerden oluşmaktadır. Yani, 115 kişiden 70’i kooptasyon yöntemi ile, mevcut IOC üyeleri tarafından ve bir ulusal olimpiyat komitesine sahip ülkelerden birer kişiden fazla olmamak kaydı ile seçilebileceklerdir. Bu şekilde seçilecek üyeleri, IOC’nin mevcut üyeleri aday adayı teklif edebileceklerdir.

Geriye kalan 45 üye, 15’er kişilik kontenjanlarla üç farklı nitelikte oluşum tarafından IOC Yönetim Kurulu’na aday gösterilmeleri için teklif edilebilmektedir:

* IOC Sporcular Komisyonu (15 kişiyi),
* Olimpik sporların uluslararası federasyonları ve onların oluşturduğu teşkilatlar

[FIFA – FIBA – IAAF gibi veya ASOIF – AGFIS gibi] (15 kişiyi),

* Ulusal olimpiyat komiteleri ve onların oluşturduğu teşkilatlar [TMOK –CONI veya ACNO – COE  gibi] (15 kişiyi).

Adaylıklar 7 üyeden oluşan bir Komisyon tarafından incelenmektedir. Bu komisyon üyelerinin 3’ünü Etik Komisyonu, 3’ünü Sesyon ve 1’ini de Sporcular Komisyonu seçmektedir. Bu komisyon her aday için bir rapor hazırlayıp Yönetim Kurulu’na sunmaktadır. Yönetim Kurulu bu dosyaları inceledikten sonra Genel Kurul’a (Sesyona) seçmesi için aday göstermektedir. Üyelerin yeniden seçilmelerinde de aynı usul tekrarlanmaktadır. Ayrıca IOC üyelerinden, 10 yıl üzerinde üyelik yapanların istifa ederek “fahri üyeliğe” geçmeleri mümkündür. Nihayet, IOC’ye yaptıkları önemli hizmetlerden ötürü “şeref üyeleri” seçme olanağı da mevcuttur. IOC’ye seçilen üyeler, metni Olimpik Şart’ta bulunan bir yemin ile üyeliğe adım atarlar.

IOC, kuruluşundan 1998’e kadar o dönemlerdeki mer’i mutlak kooptasyon usulü ile yaklaşık 400 kişiyi IOC üyesi seçmiştir. Bu üyeler arasında kadın üyelerin sayısı on kişiyi bile bulmaz.  IOC Atlanta’da 1996’da yapılan 105. Sesyonunda almış olduğu kararlara göre üyeleri arasındaki Bayan  sayısının 31 aralık 2000 tarihine kadar % 10, 31 aralık 2005’e kadar ise % 20’ye ulaşmasını şart koşan bir pozitif ayırımcılık kararı almış ve bunu yerine getirmiştir.

5:     IOC’nin organları, yapılanması, gelirleri:

IOC’nin organları, genel kurul niteliğindeki Sesyon, Yönetim Kurulu ve Başkan’dır. Ancak, bu organların yetki ve  yükümlülüklerine girmeksizin, hemen belirtelim ki IOC’de gerçek iktidar Sesyon’da olmayıp, yönetim kurulundaki hakimiyeti dolayısıyla Başkan’dadır. IOC’de çok önemli yer tutan komisyonların kurulması ve feshi de Başkan’ın yetkisindir. Bu Komisyonların veya çalışma gruplarının her türlü toplantıları ancak Başkan’ın önceden mutabakatı alınarak yapılabilir. Başkan’ın, bu sıfatı ile de bu toplantılara katılma yetkisi vardır ve oyu diğer üyelerin oylarına nazaran önceliklidir. Bu Komisyonlardan sadece Sporcular Komisyon’unda Başkan’ın böyle bir hakimiyeti yoktur. Bu saptamalarımız bizi, IOC’de Başkanlık sisteminin (hukuki anlamda değil) fiilen geçerli olduğunu belirtmeye yöneltmektedir.

IOC’nin diğer ikincil organları (bunlardan ilk beşinin isim ve işlevleri Olimpik Şartta yer almıştır):

* Olimpik Kongre,
* Sporcular Komisyonu,
* Etik komisyonu,
* Olimpik Dayanışma,
* Medikal Komisyon,
* TV hakları ve Yeni Media Komisyonu,
* Pazarlama Komisyonu,
* Olimpik Oyunları İnceleme Komisyonu’dur.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz komisyonlardan son üç komisyon, Olimpik Şart’ta belirtilmemiş olmakla birlikte son yıllarda, fonksiyonları itibariyle özel önem kazanmışlardır. Bunların dışında IOC’de bazı başka komisyonlar da mevcuttur. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

* Olimpik Kültür ve eğitim Komisynu
* Adaylıklar Komisyonu,
* 2010 XXI. Kış Olimpik Oyunları Değerlendirme Komisyonu,
* Filateli, Numismatik ve Olimpik Memorablia (hatıra eşyaları) Komisyonu,
* Basın Komisyonu,
* Uluslararası İlişkiler Komisyonu,
* Olimpik Program Komisyonu,
* Radyo ve Televizyon Komisyonu,
* Spor ve Çevre Komisyonu,
* IOC 2000 Reformlarını Takip Komisyonu,
* Kadınlar ve Spor Komisyonu,
* Hukuk Komisyonu,
* Spor ve Hukuk Komisyonu,
* Finansal inceleme (Audit) Komisyonu,
* Herkes için Spor Komisyonu.

Bu komisyonların bir önemi de, IOC üyeleri arasında azınlıkta olan Uluslararası Federasyon ve NOC kökenli kişilere mukabil, bu kişilerin komisyonlardaki üyelikleri sayesinde IOC içerisinde seslerini daha güçlü duyurmak, daha etkin olmak imkânını sağlamalarıdır. Ancak, yine de, unutulmamalıdır ki Komisyonların bir karar yetkisi bulunmayıp, istişari nitelikte rol oynamaktadırlar.

IOC’nin yapılanmasını incelerken, göze çarpan bir husus, Komitenin, spesifik olarak hukuk konusunda hiç bir organının bulunmadığıdır. Ancak, buna rağmen IOC bünyesinde geliştirmiş olduğu bazı hukuki yöntemlerle, hukuk ihlallerini cezalandırmanın yollarını bulmuştur. Mevcut Hukuk Komisyonu ve Spor ve Hukuk Komisyonları bu anlamda organlar değillerdir. Bu bağlamda yukarıda belirtmiş olduğumuz bütün komisyonların, şayet mevcutsa iç talimatlarının ve gündemlerinin incelenmesi IOC’yi iyi anlamak açısından ilginç akademik çalışmalar olacağını belirtmek isteriz.

IOC’nin İDARİ YAPILANMASI’na gelince: IOC personeli bir Genel Müdür tarafından yönetilmektedir. Yönetim Kurulu tarafından tayin edilmektedir. Bu idari yönetimin görevi yönetim kurulu ve başkanın aldığı kararların hazırlık çalışmalarını yapmak, uygulanmalarını ve takibini yerine getirmektir.

IOC idari organizasyon şeması en son 25 Kasım 2002’de gözden geçirilmiş olup, doğrudan Başkan’a bağlı olan Özel Kalem Müdürlüğü ve Protokol Dairesi dışında başlıca aşağıdaki Müdürlüklerden oluşmaktadır:

* Olimpik Oyunlar Müdürlüğü,
* Bilgi İşlem Müdürlüğü,
* Pazarlama Müdürlüğü,
* İletişim Müdürlüğü,
* Finans ve Lojistik Müdürlüğü,
* Teknoloji Müdürlüğü,
* Sporlar ve Uluslararası Federasyonlarla İlişkiler Müdürlüğü,
* Ulusal Olimpiyat Komiteleri ile İlişkiler ve Olimpik Dayanışma Müdürlüğü,
* Hukuk Müdürlüğü,
* Medikal ve Bilim Müdürlüğü,
* Gelişim ve İşbirliği Müdürlüğü,
* Olimpik Müze Yönetimi Müdürlüğü (Bu müdürlük bünyesinde ayrıca Olimpik Kütüphane bulunmaktadır)

Lausanne kentinde tarihi ve modern yapıda birden çok bina kompleksine (yerleşkelere) sahip olan IOC bu idari yapılanmasında birkaç yüz kişi istihdam etmekte ve daha önce belirtmiş olduğumuz İsviçre Federal Konseyi’den almış olduğu muafiyet ile yabancı istihdamında bir kısıtlamaya tabi değildir. Bu bağlamde IOC personeli son derece kozmopolit bir görünüm arzetmektedir.

Maalesef belirtmemiz gerekir ki bu yüzlerce IOC çalışanı arasında halen hiç Türk yoktur. Kanımızca Türkiye sadece Olimpiyatlara daha fazla sporcu götürmek için politikalar geliştirme çabaları yanında, IOC ve diğer uluslararası federasyonların profesyonel çalışanları arasına Türkleri de sokmak için politikalar geliştirmelidir. Bunun bir diğer ifadesi, öncelikle gençlerine  buradaki işlere talip olabilecek eğitimi sağlamalıdır.

IOC’nin GELİRLERİ’ne gelince:  IOC’nin bütçesinin artık milyar dolarlarla ifade edildiğini belirtmemiz gerekir. İleride değindiğimizde görüleceği gibi, dünyada gittikçe artan etki ve prestiji çoklukla bu büyüyen gelirlerinden ileri gelmektedir. Bu gelir kaynaklarını oranları şu şekilde belirtilmektedir:

* TV yayın hakları (% 50)
* Mahalli sponsorlar (% 27)
* TOP Programı (% 13) [TOP = The Olimpic Partner  – Olimpik ortaklar)
* Bilet satışları (% 8)
* Lisans hakları (% 2)

IOC, TV haklarının yönetimini daha iyi kontrol edebilmek için kendi şirketini de kurmayı tasarlamış ve kurmuştur: OBS = Olympic Boardcasting Service.

IOC gelirlerini, uluslararası federasyonlar, ulusal olimpiyat komiteleri, Olimpik oyunları organizasyon komiteleri ve Paralimpik oyunları organizasyon komiteleri arasında dağıtmaktadır. Ayrıca bazı başka kuruluşlara da finansmanda bulunmaktadır (örneğin WADA gibi). IOC’nin idari giderleri bütçesi, gelirlerinin % 8’i gibi bir miktarı teşkil etmektedir.

6:    IOC, Olimpik Oyunların sahibi:

Olimpik Şart’ın 11. maddesi, halen madde 7.1) “Olimpik Oyunlar IOC’nin münhasır mülküdür” demektedir. Madde hükmü devamında: Bu mülkiyetin  “bütün haklara ve verilere sahip olma yetkisini”sağladığını vurgulamakta; bununla da yetinmeyerek “bu hususta hiç bir kısıtlamanın söz konusu olamayacağını”vurgulamaktadır. Şart’ın ilgili bu maddesi yukarıda belirttiğimiz hususlarda her hangi bir şüphe veya itiraza muhatap olmamak için hakların neleri içerdiğini de, bu saymanın tahdidi olmadığını da vurgulayarak, teker teker saymaktadır. Buna göre Oyunların, “organizasyonu, işletimi, naklen yayını, kayda alınması, sunumu, çoğaltılması, şekli, mevcut ve gelecekte olabilecek araçları ve mekanizmaları ne olursa olsun erişimi ve iletimi” hakları münhasıran IOC’ye aittir.  Bu tanım IOC’nin Olimpik Oyunlar üzerindeki haklarının tamamen borçlar hukuku ve ticaret hukuku kapsamında olduğunu göstermektedir. Maddenin 11. madde şeklinin içeriğinde, Oyunlardan elde edilecek “kârların” sadece Olimpik hareketin ve sporun gelişmesine kullanılabileceğini ifade ederken eylemin kâr amaclı olduğunu da belirtmiş olmaktadır. Zira gelirler değil kârlar demektedir. Bu durum, daha önce IOC’yi bir dernekten ziyade bir ticari işletme olarak nitelemiş olan hukukçulara hak verir niteliktedir. Ancak hemen belirtmemiz gerekir ki bu hüküm 7. madde şeklini alırken “kârlar”la ilgili kısmı metinden çıkartılmıştır. Bu durumda IOC, artık gelirlerini sadece spor ve Olimpik hareketin gelişimine harcamak mükellefiyetinden, bizzat Şart’ında yaptığı değişiklikle kurtulmuş gözükmektedir. Bunun nedenleri ve yansımaları ileride verdiğimiz bilgilerle daha iyi anlaşılır olacaktır.

Her ne kadar hukuken IOC Oyunların sahibi ise de, aslında gücünü çok aşan bir ekonomik olgunun esiri haline gelmiştir. Çoğu zaman sadece görüntü olarak iktidara sahip görünmektedir. Aslında Oyunlar ile ilgili gerçek güç sponsorlardan, televizyon şirketlerinden ve spor malzemesi üreticilerinden oluşan bir üçlü yönetimin karar verici gücüne bağımlı hale gelmiştir.