Bir Hukuk Disiplini Olarak “Spor Hukuku” Kavramları Ve Özellikleri

Av. Kısmet ERKİNER
Spor Hukuku Enstitüsü Başkanı
Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) Üyesi

“Spor Hukuku” olarak adlandırılmış olan hukuk disiplini hem özel hem da kamu hukuku ögeleri taşımaktadır; bu hali ile de hukukun çoğulluğuna örnek oluşturmaktadır. Bu çoğulluk sadece özel hukuk – kamu hukuku olarak gözükmemekte, aynı zamanda ulusal ve uluslararası hukuku da bünyesinde, bir nevi sınırlar ötesi hukuk oluşturarak bir arada tutmaktadır.

Spor Hukuku’nun pozitif birincil kaynakları Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC)nin Olimpik Şart’ı, uluslararası spor federasyonlarının (IF) Statüleri ve çıkardıkları diğer talimatlar ve ikincil olarak da ulusal olimpiyat komiteleri (NOC) ile ulusal spor federasyonlarının tüzük ve talimatlarıdır. Bütün bu mevzuat, özel hukuk süjeleri tarafından yaratılmış olup, birincileri Devletlerin coğrafi sınırlarından ve sınırlamalarından etkilenmeksizin uygulanmaktadır. Bu nedenle de, nitelikleri itibariyle “sınırlar ötesi hukuk – transnational olarak da adlandırıldıkları olmaktadır.

Spor hukukunun oluşumunda, yukarıda belirtmiş olduğumuz, birincil ve ikincil kaynaklardan başka, Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) usul hükümlerini içeren “Kod”u ve içtihatları ile Dünya Anti Doping Ajansı (WADA) nın “Kod” (Wada Code) u ve uygulamaları da belirtilmesi gereken Spor Hukuku’na içerik veren kaynaklardır.

Spor Hukuku’nun mevcudiyeti batıda, özellikle frankofon hukukçular arasında (Fransa – İsviçre – Belçika – Kanada) bir süreden beri aşılmış olan bir tartışmadır. Bu nedenle de aşağıdaki tanımın benimsenmesine ulaşmıştır:

“Sportif düzen, bağımsız bir hukuk düzenidir. Mevzuatının tamamı, bir çok kurala tabi yarışma oyunlarına bağlı olan farklı nitelikte üyelerinden oluşan ve bu kurallara uyulmaması halinde cezalara muhatap olan bir tür toplumu yönetmektedir.”

Bu tanımda, “bir tür toplum” olarak nitelenen “sportif hareket”tir. Sportif hareket, tek bir yapılanmadan ibaret değildir. Tek bir modele indirgenemez. Bu nedenle, evrensel bir spor hukukundan bahsetmek, bütün sporları kapsayan ve hepsinin üzerinde tek bir sportif hukuk düzeninin olduğunu iddia etmek, temkinle yaklaşılması gereken  bir savdır. Zira, tek bir spor düzeni, sadece Devletlerin sınırlarının ötesinde olmakla kalmayıp, aynı zamanda çeşitli sporların düzenlemeleri arasında da geçirgen olmalıdır. Oysa bu alandaki gözlemler bunun böyle olmadığını ortaya koymaktadır.

Ancak bir yandan, her sporun kendi teşkilatı, kendi düzeni ve kendi düzenlemeleri olduğunu, bunların biri birlerine geçirgen olmadıklarını, biri birlerine emsal oluşturmadıklarını söylerken, diğer yandan da, hepsinin bir müştereğe tabi oldukları bir düzen de vardır; bu ise “Olimpik Hareket”tir. Sadece IOC’yi teşkilat olarak düzenlemekle kalmayan, ve fakat tüm olimpik hareketi düzenleyerek, çeşitli sporların sektöriyel yapılarının ötesinde etkisi bulunan Olimpik Şart sporlar arasında bir tür birlikteliği, tek bir yapı altında birleşmeyi de sağlamaktadır.

Spor Hukuku’nun birincil kaynaklarını yaratan teşkillatların en önemlilerini oluşturan uluslararası federasyonların belirli (spesifik) amaçları vardır ve bunlara ulaşmak, bunları gerçekleştirmek için faaliyetlerinde yol gösterici rol oynayan temel prensipleri mevcuttur. Uluslararası federasyonların temel amaçları bir federasyondan diğerine, diğer bir deyişle bir sporun düzenlenlemesinden bir diğer sporun düzenlemesine az farklılıklar göstermektedir.

Bu amaçlar başlıca üç ana konudadır. Bunlardan birincisi: sporunu uluslararası düzeyde yönetmek, sportif disiplini sağlamaktır. Milliyeti ne olursa olsun, bütün yarışmacılara uygulanan yeknesak kurallara saygıyı sağlamak, uluslararası yarışmaların vazgeçilmez (sine qua non) koşuludur. Uluslararası federasyonların ikinci amacı, sporunun promosyonunu sağlamaktır. Mümkün olan en ileri derecede ve en yaygın şekilde uygulanmasını, gelişmesini gerçekleştirmektir. Nihayet üçüncü ana amaç da, uluslararası şampiyonalar düzenlemek, organizasyonlarını bizzat yapmak veya gerçekleştirilmelerini denetlemektir.

Bütün uluslararası federasyonların ana amaçları, yukarıda belirtmiş olduğumuz üçlüdür. Bunlara ilaveten ve ikincil derecede, her sporun özelliklerine ve yaygınlığına göre bir takım başka özel amaçlar da ilave olmaktadır.

Uluslararası federasyonların bir diğer yoğun faaliyet alanı ve hatta amacı, diğer sporların federasyonları  ve özellikle IOC ile iyi ilişkiler içerisinde olmaktır. Bu federasyonların bir diğer önemli faaliyeti ise rekorları denetlemek ve tescil etmektir.

Bütün bu faaliyetleri kısaca tanımlamak gerekirse : düzenlemek, geliştirmek ve gerçekleştirmek olarak ifade edilebilir.

Bir dizi başka prensip de hemen bütün federasyonların tüzüklerinde yer almaktadır. Bunların en göze çarpanlarını: “ayırımcılık yapmamak, ırkçılıkla mücadele etmek, kendi sporunda sadece bir tek ulusal ve uluslararası federasyonu tanımak, federasyonun kâr amacı gütmediğini belirtmek, yöneticilerinin gönüllü kişilerden oluştuğunu belirtmek” olarak zikredebiliriz. Yakın zamanlarda birçok federasyon bazı yeni prensipleri statülerine dahil etmişlerdir. Bunlar da: “cinsiyetler arasında ayırımcılık yapmamak, çevreyi korumak, dopingle mücadele etmek” olarak betimlenebilir.

Bütün bu IOC, uluslararası federasyonlar, ulusal federasyonlar için müşterek olarak nitelenebilecek amaç ve prensipleri oluşturan, uygulayan, denetleyen, uyulmamasını cezalandıran mevzuat oluşumuna “spor hukuku – lex sportiva” demekteyiz. İşte şimdi bu “spor hukuku”nun Devletlerin hukukuna karşı bağımsızlık derecesini ele almak istiyoruz.

Ancak bunu yapmadan önce, terminoloji ile ilgili bir hususa temas etmek istiyoruz. Batı dillerindeki spor hukuku kitaplarında “Droit du Sport”, “Sports Law”, “ Sportrecht”, “Diritto Sportivo” dendiği gibi, ondan daha ziyade, bütün Batı dillerine ortak bir isimlendirmeyle Latince olarak “LEX SPORTİVA” denmektedir. Oysa Roma hukukunda spor hukuku bulunmamaktadır. Dolayısı ile Latince isimlendirme çağdaştır ve kanaatımızca disipline derinlik vermek için biraz özenti izlenimi taşımaktadır. Bu nedenle de biz disipline Türkçe olarak “SPOR HUKUKU” demeyi daha uygun bulmaktayız. Ancak “ lex sportiva” da demek yanlış olmaz.

Devletlerin hukukuna karşı SPOR HUKUKU’un bağımsızlık derecesi:

Hükümran bir Devlet, sahip olduğu topraklar üzerinde bir yetki tekeline sahiptir. Teorik olarak toprakları üzerindeki her türlü hukuki olgunun yetkilisidir. Bu durumda, spor da bir insani faaliyet olarak Devletin yetki alanı dışında düşünülemez. Sportif yarışmalar, “terra nullius – kimseya ait olamayan topraklar”da cereyan etmediğine göre, katılan sporcular ve onların mensup oldukları teşkilatlar (kulüp veya federasyon) da gerçek veya tüzel kişi olarak belli bir hukuk düzenine tabidirler, onun uyruğunu taşımaktadırlar. Bu durum doğal bir bağımlılık yaratmaktadır.

Ancak demokratik Devletler bir takım devletten doğmayan sosyal güçlere faaliyet alanları ve yetkileri bırakmaktadırlar. Bundan güç alan bir takım sivil toplum kuruluşları doğmakta, organize olmakta ve güçlenmektedirler. İşte bu alanlardan birisi de “spor”dur.

Başlangıcında Devlet sportif harekete ilgisiz kalmış, doğmasına ve gelişmesine seyirci olmuştur. Bu gelişim her Devletin özel hukuk alanında meydana gelmiştir. Dolayısı ile sportif hareketin oluşumu bir takım Devlet imkânları ile mümkün olabilmiştir.

Devletlerin özel hukuk düzenlemeleri ile oluşan ve bazı durumlarda kamu hukukundan da yararlanan, spor, ister istemez, belli ölçülerde Devletlerin yetkileri altında kalmaktadır. Ancak burada hemen ortaya çıkan birinci olgu sporun, Devletler tarafından kompartimanlara ayrılamadığı, devletlere rağmen bir bütünlük içerisinde olduğudur. Bu hali ile de Spor sınırlar ötesi bir faaliyettir.

Diğer yandan spor, bütün katılımcılarına uygulanan, milliyet kavramının uygulanmadığı bir kurallar dizisi oluşturmaktadır. Bu durumda yarışma kuralları Devlet hükümranlıklarının ötesinde bütün halklara, tüm insanlara uygulanabilir, uygulanan kurallara sahiptir.

Uluslararası spor teşkilatları, belli bir Devletin kanunlarına bağımlı olmayı reddetmektedirler. Diğer bir deyişle, uluslararası sportif sistem, sportif ilişkileri elinden geldiğince Devletlerin müdahelesinden soyutlayarak yönetmeye çalışmaktadır.

Bu durumda soru, uluslararası spor teşkilatlarının arzu ettikleri kadar Devletlerden bağımsızlaşıp bağımsızlaşamadıklarıdır. Yani, diğer bir deyişle “spor hukuku” devletlerin hukuklarına nazaran ne derecede bir otonomiye – özerkliğe  sahiptir.

XIX. yüzyılın sonu ile XX. Yüzyılın çok büyük bölümünde “spor hukuku” devletlerin hukukunun yalçın kayalıklarına çarpmaksızın gelişmesini sürdürmüştür. Uzun süre sporun normatif düzenlemeleri devletlerin kamu düzenini ilgilendirmemiş ve sportif hareket kendisini bağımsız şekilde organize etmek alışkanlığını kazanmıştır.

Ancak bu durum artık değişmiştir. Bir yandan Devletler sportif olgu ile ilgilenmeye başlamışlar ve bu ilginin göstergesi olarak bedensel faaliyatler ve sporla ilgili mevzuatlar oluştururken diğer yandan da mevcuda hakim olmak çabası içerisine girmişlerdir.

Buna karşılık spor teşkilatları da sadece yarışmaların düzenlenmesine yönelik normatif çalışmaları aşarak, Devletlerin kamu hukuku düzenlemelerine giren konularda da kural koyma çabası içerisine girmişlerdir. Buna örnek olarak, sporcuların milliyeti sorunları, çalışma sözleşmeleri, sporun ticarileşmesi ile ilgili düzenlemelerini gösterebiliriz. Bir yandan kamu sağlığını ilgilendirirken, diğer yandan spor etiği ile ilgili olan dopingle mücadeleyi, böylesine ikili bir alan olarak belirtebiliriz. Bu gibi konularda spor hukuku ile Devletlerin hukukunun bir çatışmaya girmesi, aralarında bir koordinasyon yaratılmadığı sürece kaçınılmaz olacaktır.

Sormamız gereken ilk soru devletlerin hukukunun spor hukuku üzerinde bir hakimiyeti var mıdır, varsa ne derecededir ? Spor hukuku, uluslararası nitelikte olan etkinlikleri sınırları aşan kuruluşlar tarafından yaratılmaktadır. Ancak bu kuruluşlar, kaçınılmaz olarak bir Devletin topraklarında ikâmetgah sahibi olmak zorunluluğundadırlar. Bu durumda kişiliklerini, özgürlüklerini ve hukuki faaliyetlerini kısmen de olsa bulundukları bu ülkenin hukuk düzenine borçlu olmaktadırlar. Ayrıca Devlet, bu kuruluşları denetleme yetkisine ve gereğinde feshetme imkânına da sahip gözükmektedir. Öyle ise Devletin hükümranlık yetkilerinin “spor hukuku”na kısıtlı bir alan bırakıyormuş intibaı uyanmaktadır. Ancak gerçek acaba böyle midir ? Spor hukuku devletlerin hukukunun kendisine bıraktığı bir alana mı sıkışmıştır ?

Geçmişte gerek IOC, gerekse uluslararası federasyonlar Devletlerin hukuki hakimiyetlerinin dışında kalmaya büyük bir çaba gösterirlerken, günümüzde artık durum hiç bir tartışmaya mahal bırakmamaktadır. Sınırlar ötesi faaliyetlerde bulunan sportif teşkilatların hepsi belli Devletlerin hukuklarına tabi kişiliklerdir.

Sportif hareketin ve özellikle olimpik hareketin kuruluş yıllarındaki zihniyetini anlayabilmek için Baron de Coubertin’in şu sözlerini belirtmek istiyoruz:

“Uluslararası bir teşkilat olarak IOC’nin İsviçre hukukuna tâbi basit bir dernek düzeyine indirgenmesi söz konusu olamaz; ve, pazardaki sıradan bir esnaf gibi Ticaret Siciline yazılmasını mecbur etmeyi düşünmek bile densizlik olur.”

Coubertin’in XX. Yüzyılın başında ifade etmiş olduğu bu yaklaşımla IOC uzun süre yaşamını ve faaliyetlerini hukuk dışı kalarak sürdürmüştür. Bu durum çok da işine gelmekteydi, zira hiç bir denetime tabi değildi. IOC, hep kendisini bir yandan Devletlerin hukukunun etkilerinin dışında tutmak istemiş, diğer yandan da bir uluslararası teşkilat olmayı, bu şekilde tanınmayı arzulamıştır. Ancak bu zıtlığı bir araya getirebilecek sihirli formülü de hâlâ bulamamıştır.

Günümüzde gerek IOC, gerekse bütün uluslararası spor federasyonları ikâmetgahlarının bulunduğu ülkenin hukukundan elde ettikleri bir tüzel kişiliğe (dernek veya şirket) sahiptirler. Bir diğer ifade ile bulundukları ülkenin özel hukuk kurallarına tâbidirler. Esasen federasyonlar da bu duruma itiraz etmemekte, hemen hepsi ana statülerinde, hukuki kişiliklerinin niteliğini belirtmektedirler. Frankofon ülkelerde bulunan uluslararası federasyonların bir çoğu niteliklerini “dernek” olarak belirtirken, anglofon ülkelerde merkezi bulunanlar bu niteliği “şirket” olarak tanımlamaktadırlar. Ancak bir kısım federasyonlar da bu hususu belirtmemeye özellikle özen göstermektedirler. Sadece İsviçre Medeni hukukuna tabi olduklarını söyleyip, kişiliklerinin niteliğini belirtmekten kaçınmakta, hatta bazısı sadece merkezlerinin nerede olduğunu belirtmekle yetinip, hukuki niteliğe hiç temas etmemektedirler. Ancak bu durum gittikçe azalmaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse, uluslararası federasyonların, Devletlerin hukukuna tabi olmaya karşı dirençleri, azalmakla beraber hâlâ devam etmektedir.

Hükümetlerarası uluslararası teşkilatların aralarında akdettikleri devletlerarası antlaşmaların uluslararası hukuk düzeninin birer parçasını oluşturmaları gibi spor teşkilatları da, kendilerini bağlayan bir dernek sözleşmesi ile belli bir devletin hukuk düzenine tabi olurlar. Diğer bir ifade ile, ikâmetgahlarının bulunduğu ülkenin hukuk düzenine tabi olmakla bu uluslararası spor teşkilatları, tâbi oldukları ulusal hukuk düzeninin verdiği imkânlar derecesinde faaliyetlerini yerine getirebilirler. Ancak, ulusal dernekler hukuku bu teşkilatlara birer boyunduruk olmaktan ziyade, mümkün olduğunca dizginlerini serbest bırakmışlardır. Durum, özellikle IOC ve en çok uluslararası spor federasyonuna ev sahipliği yapan İsviçre hukuk düzeni için böyledir. Kısaca ifade etmek gerekirse:

“Dernekleşme özgürlüğü, sınırlar ötesi faaliyetlerde bulunan spor teşkilatlarının serbestçe oluşmalarını ve kendi kendilerini düzenlemelerini sağlamaktadır.”

Bu demektir ki uluslararası federasyonları en çok barındıran (İsviçre ve Fransa) ülkelerde “spor hukuku”nu yaratan kuruluşlar büyük bir özgürlük içerisinde oluşabilmektedirler. Bu serbestinin anlamı, bu federasyonların kendi konularında kurallar koyabilmek, bu kuralları uygulayabilmek ve gerektiğinde uyulmamasını müeyyidelere bağlayabilmektir. Diğer bir deyişle bu kuruluşların bağımsızlığı, kendi kendilerini düzenleyebilmelerinde yatmaktadır. Tüzüklerini (Şart – Statü – Anayasa) oluştururken uymaları kereken hiç bir çerçeve, kural, sınırlama olmadığı gibi bunlara dayalı bir “türev hukuk” yaratma imkânına da sahiptirler.

Konunun anlaşılması için bir örnek vermemiz gerekirse, meselâ, İsviçre, FIFA’yı, disiplin kurallarını, bizzat kabul etmiş olduğu WADA Kod’un müeyyideleri ile uyumlu hale getirmeye icbar edemez. Buna ancak FIFA karar verebilir. Ancak bu durum WADA, IOC veya hükümetlerin FIFA üzerinde bir takım siyasi baskılarda bulunmalarına da engel değildir.

Oysa aynı ülkelerde, o ülkelerin ulusal spor federasyonları, Devletlerinin koymuş oldukları bazı mecburi hükümleri tüzüklerine almak ve tip bir talimata uygun bir disiplin talimatı kabul etmek mecburiyetindedirler. Burada, yine de, uluslararası federasyonlar için mevcut bir kısıtlayıcı kuralı belirtmemiz gerekir. Şayet uluslararası federasyon, kamu yararına kuruluş niteliğini elde etmek ve bu yolla gayrimenkul satın almak istiyorsa, bulunduğu ülkenin bazı tip statülerini kendi mevzuatına dahil etmek zorunluluğundadır. Ancak bu, uluslararası federasyonlar üzerindeki tek kısıtlamadır.

Ulusal hukukun, topraklarındaki uluslararası federasyona tanıdığı en önemli serbestlik, kendi disiplin kurallarını koymak ve uygulamak, hem de sınırlar ötesine uygulayabilmek imkânında yatmaktadır.

İsviçre’de kurulu bulunan uluslararası spor federasyonları, gerçek kişilere münhasır olmayan (cinsiyet, yaş, akrabalık gibi) medeni hukukun sağlamış olduğu bütün diğer haklardan yararlanmaktadırlar. Bu durumda da, doğal olarak İsviçre hakimi bu kuruluşlara karşı yetkili olmaktadır. Aynı durum, İsviçre’den sonra ençok federasyonu barındıran Fransa için de geçerlidir. Hatta, kendisine sunulan ihtilaf Fransa sınırları dışında bile meydana gelmişse, yine de yetkilidir. Bu durumda uluslararası spor federasyonlarının kural koyucu ve disiplin faaliyetleri ikâmetgah hakiminin bir hukukilik incelemesine tabi olabilir. Ancak hakimin bu yetkisi ihtiyaridir. Yani, ancak başvuru olması halinde, incelemede bulunur. Bunun anlamı, hukuka aykırı uygulamaların, başvuru olmaması halinde ikâmetgah hakimi tarafından resen incelenmediğidir.

Burada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta, sınırlar ötesi faaliyette bulunan bir uluslararası federasyonun ikâmetgah hakiminin iptal kararı ancak hukuka aykırı kuralın iptal edildiği ülkede uygulanamayacağıdır. Diğer bir ifade ile federasyon, iptal edilmiş hükmünü üçüncü ülkelerde uygulamaya devam etmek teşebbüsünde bulunabilir ve bunu sürdürebilir.

Genel olarak tanımlamak gerekirse, ikâmetgah Devletin hakimi için spor teşkilatlarının bağımsızlığı (otonomisi – özerkliği) kuruluşun kendi kurallarına ve Devletin kamu düzenine saygılı bir şekilde cereyan etmelidir. Bu tanım ışığında şu hususu ele almamız gerekmektedir:

Uluslararası teşkilatın kendi kurallarına saygısının denetimi nasıl sağlanmaktadır:

Birçok uygulama göstermiştir ki uluslararası spor teşkilatları, kendi kurallarından arınmak hakkına sahip değillerdir, aksi halde eylemleri Devlet yargısınca iptal edilebilir. Bu konuda çeşitli ülkelerde alınmış birçok yargı kararı vardır. Bir örnek vermemiz gerekirse, İsviçre Federal Mahkemesi, Olimpik Hareketin dopingle mücadele talimatına gerekli saygıyı göstermeyen IOC’nin bir kararını iptal yetkisine sahip olduğuna ve bu yetkinin İsviçre Medeni Kanunu’nun 75. maddesinin, bir dernek üyesinin mensubu olduğu kuruluşun kararına itiraz hakkının bulunduğuna dayandırdığını belirterek, karar vermiştir.

Devletlerin hakimlerinin, bu uluslararası federasyonları denetlerken uyguladıkları genel kural: “Patere legem quam ipse fecisti (kendi koyduğun kurala tahammül et)”prensibidir. Denetimin bu suretle nasıl ve hangi prensibe dayanarak yapıldığına çok kısa olarak değindikten sonra, bundan doğan bir diğer soruya da cevap verebiliriz:

İkâmetgah devletinin kamu düzenine saygının nasıl denetlendiği:

Uluslararası federasyonun, kendi koymuş olduğu kurallara bizzat saygı göstermesini denetlemek yetkisine sahip olan ikâmetgah devletinin hakimi, buna ilaveten kendi kamu düzenine de uyulduğunu denetlemektedir. Bir diğer ifade ile uluslararası federasyon, ev sahibi ülkesinin kamu düzenin hiçe sayamaz, ihlâl edemez. En çok federasyona ev sahipliği yapan İsviçre’de Borçlar Kanunu madde 19 ve 20 ile Medeni Kanun madde 63’ü ihlâl edemezler. Ayrıca Medeni Kanun madde 27 ve 28 ( kişilik hakları) ve iyi ahlak kurallarına aykırı davranamazlar.

Somut olarak ifade etmemiz gerekirse, örneğin Fransa’da idari yargı, disiplin uygulamalarında aşağıdaki hususları denetlemektedir: “olayların gerçekliğini ve maddeten mevcudiyetlerini, itham edilen eylemlere yüklenen suçların doğru tanımlanmış olmasını, suçun vahameti ile suça uygulanan cezanın orantılı olmasını, talimatlarca öngörülmüş olan disiplin yargılama usulüne uyulmuş olup olunmadığını ve nihayet savunma hakkına saygıyı”. Hakimin en dikkatli olması gereken husus, kişi özgürlüklerini bir koruyucusu olarak, federasyonun, ister ulusal, ister uluslararası olsun, kişilik haklarına bir tecavüzde bulunulmadığını, kontrol etmektir.

Genel kural olarak, ikâmetgah ülkesinin hukukuna nazaran “spor hukuku”nun bağımsızlığı, devletin kamu düzeninin sınırına kadardır. Burada dikkati çeken husus, uluslararası federasyonların, kamu düzeni kavramının düşük yoğunlukta ülkeleri ikâmetgah olarak seçtikleridir. Bu nedenledir ki bir çoğu İsviçre’dedir ve bundan dolayı da IAAF, Birleşik Krallık’tan Monaco’ya merkezini (aleyhindeki bir tazminat davası sırasında adeta kaçarcasına) taşımıştır.

Sportif hareket, kendisine farklı bir dünya yaratmak iddiası ile kendi kanunlarını ve kendi ceza sistemini yaratmak amacıyla ve bağımsızlığını korumakta çok hassas davranarak, kendi içişleri olarak addettiği bir takım alanlara devlet hakiminin müdahelesine hep kuşkuyla bakmış ve bunu önlemenin yollarını aramıştır. Bunun için de mevzuatlarına Devlet yargısına gitmeyi yasaklayan bir takım hükümler koymak gayretine girmişlerdir. Bunun en bariz örneği IOC Şartı’nın, şimdi yürürlükten kalkmış olan, 23. maddesinde bulunmaktaydı:

“Olimpik oyunlarla ilgili bütün meselelerin nihai çözüm mercii IOC’dir. Bütün konularda, disiplin meseleleri dahil, herkese karşı ve bütün geçici ve nihai cezalar için IOC yetkilileri hükümrandırlar”.

Bu yetki çatışmasına bir örnek vermemiz gerekirse. Bir Fransız kulübü UEFA’nın bir kararına karşı, bu federasyonun ikâmetgah hakimi olarak Berne Mahkemesine baş vurmuştu. İsviçreli hakim UEFA kararının geçici olarak yürütmesini durdurmakla, başvurunun kabul edilebilirliğini ortaya koymuştur. Bu durum karşısında FIFA devreye girerek Fransız makamları üzerinde çok şiddetli baskılar uygulamış ve bu arada 1998 Dünya Kupası ev sahipliğini Fransa’dan almak ve bütün Fransız futbolunu uluslararası karşılaşmalardan ihraç etmekle tehdit etmiştir. Bu durum karşısında Fransız kulübü hakim kararının sonuçlarının uygulanmasını talep etmekten vazgeçmiş ve tedbir kararı da sonuçsuz bırakılmıştır. Bu durum da göstermektedir ki meseleler her zaman hukuk içerisinde çözümlenmemektedir.

Bütün bu kavgalardan dolayıdır ki nihayet, IOC’nin öncülüğünde CAS kurulmuştur. Bu suretle federasyonlar bir yandan Adli mercilere gitmeyi yasaklayan hükümlerini muhafaza ederken, diğer yandan CAS yolunu açmakla, Devlet yargısı yolunun zorlanmasını  pratikte daha etkili şekilde önler hale gelmişlerdir. Bu suretle “spor hukuku – devletlerin hukuku” çatışmasına sünger çekilmek istenmektedir.

Uluslararası spor teşkilatlarının (IOC, federasyonlar v.s.) sahip oldukları bağımsızlık (özerklik) aslında sınırlıdır. Buna karşılık Devletlerin de denetimi sadece çok elzem alanlardadır. Bu durumda “spor hukuku” devletlerin mevzuat üretme çarklarının dışında oluşmaktadır. Devlet yargısının müdahalesi, hele CAS devreye girdikten sonra tamamen istisnai hale gelmiştir. Özellikle bir Devlet hakiminin denetim ve kararının sadece hükümran olduğu topraklarda geçerli olduğu düşünülürse, büyük federasyonlar üzerinde Devlet denetimi “spor hukuku” yollarından daha etkisiz kalmaktadır. Sonuçta, ikâmetgah ülkenin hukuku uluslararası spor teşkilatlarının “spor hukuku” üretimine az etkili olabilmektedir. Burada sorulması gereken diğer bir soru, ikâmetgah ülkenin hukuku bu derecede az “spor hukuku” üzerinde etkili olabilirken diğer devletlerin hukukunun bir etkisi var mıdır, varsa ne derecededir.

Üçüncü Devletlerin hukuk düzenlerinde spor hukuku uygulamalarının
parçalı denetimi

Sınırlar ötesi faaliyette bulunan uluslararası spor federasyonlarının yarattıkları spor hukuku, ikâmetgahlarının bulunduğu ülkenin sınırları ile kısıtlı olmaksızın uygulanmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, IOC’nin Olimpik Oyunlara Katılım Talimatı bütün sporlara ve dünyanın bütün sporcularına, herhangi bir uyrukluk farkı gözetilmeksizin uygulanmaktadır. Etkileri, IOC’nin kurulu bulunduğu İsviçre sınırlarının ötesine geçmektedir.

Bu durumda, bu spor hukukunun uygulandığı ülkelerin hukuk düzenlerinin bu mevzuatlar ve uygulamaları üzerinde her hangi bir denetim yetkileri var mıdır ? Bu soruya kısmen olumlu cevap verilebilir. Gerçi ulusal hukuk düzenleri bu talimatların oluşturulma yöntemleri ve içerikleri üzerinde bir yetkiye sahip değillerdir. Ancak, etkileri üzerinde denetime sahiptirler. Bu denetim doğrudan, uygulanan kuralın içeriği hakkında şikayette bulunulmuşsa, ya da dolaylı olarak, kuralı uygulayan ulusal federasyonun uygulamasına karşı yapılan başvuru sonucunda yapılabilmektedir.

Doğrudan denetim, ikâmetgah hakiminin yetkisindedir. Ancak, özellikle doping cezalarının ugulamasından ötürü, başka ülke hakimlerinin de, vatandaşlarının kişisel haklarını korumak amacıyla bu alandaki kuralları denetime aldıkları, bazı emsal davalarla görülmüştür.

Bir ulusal hakim tarafından dolaylı denetim, uygulanan kuralın, ülkesindeki bir sportif etkinlik sırasında uluslararası federasyon veya bazı hukuk düzenlerince onun bir şubesi gibi algılanan ulusal federasyon tarafından uygulanmış olmasından, doğurduğu sonuçların ulusal hakim nezdinde şikayete konu edilmesi nedeniyle yapılmaktadır. Bu konuda en bilinen örnek, Bosman davasının başlangıcının Liège (Belçika) Mahkemesinde yapılmış olduğu ve UEFA’nın, ikâmetgahının Berne (İsviçre)de bulunmasından ötürü ileri sürdüğü yetki itirazının reddedilmiş olduğudur. (Daha sonra dava, Belçika’daki  iç hukuk yolları tüketildikten sonra, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nca nihai karara bağlanmıştır). Bu gibi davalarda ulusal hakimler genelde yetkilerini, ceza alanında devletler hususi hukukuna ve esastan da rekabet hukukuna dayandırmaktadırlar.

Bu gibi davalarda bir üçüncü devlet ulusal hakimi ile ikâmetgah hakiminin durumları farklıdır. Ulusal hakim burada, ikâmetgah hakimi gibi kuralın hukukiliğini değil, ülkesinde uygulanabilirliğini incelemektedir.

Bu noktada belirtilmesi gereken bir husus da, ulusal hakimin bir spor hukuku kuralının uygulaması hakkındaki kararının ancak kendi hukuk düzeninde geçerli olacağıdır. Oysa, spor hukukunun özelliği, sınırlarla kısıtlı olmaksızın uygulanabilirliğidir. Hakkındaki tek kısıtlama, bu  durumda, kararı veren hakimin ülkesi ile sınırlı olacaktır. Ancak, başka ülke hakimlerinin de bu ulusal kararı kendi ülkelerinin iç hukuk düzenlerinde de benimseyerek, benzer bir karar alarak spor hukukunu kısıtlı hale getirmeleri mümkündür. Bu duruma da Avrupa Birliği hukuku alanında “kararların serbest dolaşımı”  adı verilmektedir. Sonuçta, bir uluslararası federasyonun koymuş olduğu kural(lar) iptal edilmemekte ve fakat kararı veren mahkeme, ülkesinde uygulanabilirliğini ortadan kaldırmaktadır.

Bütün bunları belirtirken durumun günümüzde biraz doktriner kalmaya başladığını, zira, CAS’ın yetkisinin bütün uluslararası spor federasyonlarınca tanınması sonrasında, bu şekildeki ulusal mahkemelere başvuruların sayısı ve sıklığının önemli ölçüde azalmış olduğunu da vurgulamamız gerekir.

Uluslararası federasyonun yaratmış olduğu spor hukukunun bir diğer denetim yolu, dolaylı yol olan, bu hukuku kendi mevzuatına aynen kopyalamış veya bir şekilde benimsemiş olan ulusal federasyonun mevzuatı üzerinde ulusal hakimin uygulayabildiği denetim  ve gereğinde iptal edebilme yoludur. (Bir örnek vermek gerekirse, Ontario (Kanada) mahkemesi Kanada Boks Federasyonu (CABA)nun, uluslararası federasyonu “AIBA”dan aynen aldığı, bir Sikh boksörü yarışmalara katılabilmek için sakalını kesmeye icbar eden kuralının, Kanada hukukunca güvence altına alınan insan haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar vermiştir.)

Bir ulusal hakimin kararı, uluslararası federasyon üzerinde çoğu zaman etkisiz veya  sınırlı etkili kalırken, ulusal federasyon üzerinde icbar edici etkiye sahiptir. Bu durumda ulusal federasyonlar bir ikilem içerinde kalmaktadırlar. Bir yandan bağlı oldukları uluslararası federasyonun karar ve kurallarına uymak mecburiyetindedirler, diğer yandan da kendi ulusal mahkemelerinin kararlarına uymakla yükümlüdürler. Bu ikilemi gidermeye, bir çok ülkede Devlet yardımcı olmaktadır. Örneğin, Fransa İdare Hukuku’na göre spor hukuku kendi başına hiç bir hüküm ifade etmemektedir. Ancak  ulusal mevzuata dahil edilmekle uygulanabilir; bu durumda da Fransız İdare Mahkemesinin denetimi altındadır. Bu nedenledir ki de Fransa’da bir “spor kamu hukuku”nun mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Ancak bu durum, Devletin spor hukukunu içselleştirmesinden başka bir şey de değildir. Fransa’da neden bütün ulusal ve kabul edilmiş uluslararası spor hukuku mevzuatını içeren bir “Code du Sport” olduğunu da izah etmektedir. Zira, uluslararası federasyonların çıkarttığı talimatların, o sporun ulusal federasyonunun aynı talimatı kendi mevzuatı olarak kabul ederek yayınlamadığı sürece,  Fransız iç hukukunda hiç bir değeri bulunmamaktadır.

(Bu hususlar dikkatle incelendiğinde, neden FIFA’nın,  Türkiye’de TFF’nin 3813 sayılı Kanun’unun değişikliğinde [5719 No. Kanun] “FIFA’nın ve UEFA’nın statüleri, talimatları ve kararlarına riayet etmek” hükmünü koydurmaya o kadar israrcı olduğu anlaşılmaktadır. Ve hemen sonrasında, bizi, şu soruyu sormaya itmektedir: Türk hukukunda uluslararası spor federasyonlarının statü, talimat ve kararlarının hukuki nitelikleri, durumları, etkinlikleri ve güçleri nedir ?…..)

Olaya bir başka açıdan baktığımızda, yukarıda, Fransa örneğinde belirtmiş olduğumuz gibi, Devletin hukuku bir bakıma kendi iç hukukuna dahil etmekle spor hukukunun ulusal federasyonlarınca daha iyi uygulanmasını sağlarken; spor hukuku da kendi yönünden, Devletin kamu düzenini zedeleme tehlikesini yarattığında geri çekilmesini bilmektedir. Bu suretle Devletlerin hukuku ile spor hukuku arasında ahenkli bir birlikte yaşama ortamı yaratılmaktadır. Ayrıca, bazı durumlarda, açık bir eşgüdüm olmamakla beraber devletlerin hukuku ile spor hukukunun aynı yönde hükümler içerdikleri de olmaktadır. Bu durumda, bu iki hukuk düzeni, görünürde biri birlerini tanımazdan gelirken, aynı amaca yönelik şekilde biri birlerine destek olmaktadırlar.

Gözden kaçırılmamalıdır ki, Fransız modelini benimsemiş olan Devletler, spor hukukunu içselleştirmekle, uygulanma gücünü de arttırmaktadırlar. Ulusal federasyonların, ulusararası federasyonlarca yaratılan spor hukukuna uyumları, Devletin idare hukukunun, idare mahkemesi hakiminin denetimine sokulmuş olmaktadır. Bu durum özellikle uluslararası feerasyonların ceza kararlarının ulusal federasyonlarca hangi usuller takip edilerek uygulanacağı konusunda önem taşımaktadır.

Bütün bunlar göstermektedir ki, spor hukuku devletlerin hukuk düzenlerinde, bu düzenlerin amir hükümlerine uygunlukları denetimine bir şekilde maruz kalabilmektedir. Bu denetim nadir şekilde doğrudan yapılmakta, çoklukla ulusal federasyonlarca içselleştirildikten sonra ülkenin idare hakiminin incelemesine maruz kalmaktadır. Ancak bu denetim spor hukukunda bir aykırılık bulsa bile, sadece denetlendiği ülkede uygulanmasını kısıtlakta veya kaldırmakta, ne söz konusu spor hukukunu tümüyle yok edebilmekte ne de diğer ülkelerde uygulanmasını engelleyebilmektedir.

Bu durumda spor hukukunun Devletlerin hukuk düzenlerine karşı özerkliği hakkında varılabilecek sonuç: spor hukukunun özerkliğe sahip olduğu, ancak bu özerkliğin sürekli olarak devletlerin hukuk düzenlerince gözetim altında tutuldukları, şeklindedir. Ancak, devletlerin spor hukuku üzerinde uyguladıkları denetimler arızî, tesadüflere bağlı, marjinal olarak da nitelenmektedir. Spor hukukunun kendi içindeki tutarlılıkları zedelemeye, bütünlüğünü yıkmaya yeterli değildir. Gerek uluslararası federasyonların ikâmetgah hukuk düzenleri, gerekse üçüncü devletlerin hukuk düzenleri, ancak kendi kamu düzenlerini bozduğu nisbette müdahelede bulunmakta, diğer durumlarda, liberal, demokratik devletler sporun kendi kendisini yönetme ve spor hukukunu düzenleme yetkisini sporun kendi dinamiklerine bırakmaktadırlar. Devletler, şu hususun da idrakindedirler ki, spor hukukunun evrenselliği karşısında müdaheleri daima mevzii (kendi ülkeleriyle sınırlı) kalacaktır. Hele spor hukuku, CAS gibi, bir de kendi yargı organlarının süzgeçiden geçmişse, Devlet müdahelesinin etkileri daha da azalmaktadır.

Spor hukukunun özerkliğini güçlendiren faktörler:

Benimsenmiş olan bir tanıma göre:

“Sporun evrenselliği düzenlenmesinde birliği gerektirir. Bu yeknesaklığı, bir ülkeden diğerine farklı olan devletlerin hukuku sağlayamaz. Oysa, Uluslararası federasyonlar bütün üyelerine ve uygulanabilir olduğu herkese aynı kuralları uygulamaktadırlar.”

Sporun hukuki düzeninin sınırlar ötesi boyutu ile devletlerin münhasıran ulusal olan hukuk düzenleri arasındaki çatışmanın büyümemesi için uluslararası spor teşkilatları, kendi mevzuatlarının,  devletlerin hukuk düzenlerine karşı özerkliğini, çeşitli yöntemlerle azami derecede arttırmaya çalışmaktadırlar. Bu çalışmanın, Devletler ile spor teşkilatları arasında güç denemesi olarak geçenlerini, yani hukuki özerklikten ziyade siyasal çatışma şeklinde olanlarını, buradaki incelememizin dışında bırakmaktayız; ancak yine de belirtelim ki, bu yönde verilebilecek örnekler bir hayli fazladır ve Türkiye de bunun dışında kalmamıştır (FIFA’nın TFF Kanun tadillerine müdaheleleri).

1983 yılında IOC’nin öncülüğünde toplanan bir Konferans sonrasında kurulan “uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) spor yapılanmasının özerkliğini korumak ve spor teşkilatlarının devletlere nazaran bağımsızlığını pekiştirmek amacını gütmüştür. Bu suretle spor hukukundan doğabilecek ihtilaflar Devlet hakiminin yetki alanından çıkarılmak istenmiştir. Sporun gittikçe önem kazanan ticari getirileri, bu alanda ihtilafları da bir o kadar körükler olmuştur. Bunların çözümünü devletlerin hakimlerine bırakmak spor hukukunu parçalamak tehlikesini arzetmekteydi. Araya TAHKİM’i sokmakla, farklı hukuk düzenlerinin farklı anlayışları önlenmiş ve uluslararası spor kurallarının yeknesak anlaşılması ve uygulanması sağlanmıştır. Tahkimin bir diğer önemli avantajı, sporun çok ihtiyacı olan çabukluğu sağlamış olmasıdır. Ayrıca Tahkimde görev alan hakemler, konularının uzmanıdırlar. Davaların gizliliği de bu yolla sağlanmaktadır. Ayrıca CAS başvuruları ya bedava, ya da Devlet mahkemelerinden çok daha ucuzdurlar. Nihayet CAS’da uygulanan temel hukuk, şayet aksi taraflarca kararlaştırılmamışsa, hep aynıdır, mahkemenin ikâmetgah hukuku (İsviçre hukuku), bu da davalarda uygulanan usulün ve içtihatların istikrarını sağlamaktadır. Bunun böyle olduğu, Olimpik Oyunlarda da uygulanacak hukukun, Oyunlar İsviçre topraklarında cereyan etmiyor olsalar da, İsviçre hukuku olacağı her Oyun için çıkartılan özel talimatta  her seferinde açıkça belirtilmektedir. Ancak hemen belirtelim ki CAS adaleti İsviçre hukuk düzeni adına sağlamaz. Bu anlamda İsviçre ile ulusal bir bağı yoktur.

Fakat, belirtmemiz gerekir ki, CAS diğer hukuk düzenlerini de göz ardı etmemektedir. Teorik olarak CAS uygulanabilir bütün hukuk düzenleri tarafından çevrelenmiştir. Yeri ve gereği oldukça bunları da dikkate almaktadır. CAS, bütün bunları dikkate alarak, açık hukuki engel olmadıkça, öncelikle spor hukukunu uygulamaktadır.

Sporda CAS’ın gerçekleştirdiği tahkim Olimpik hareketin bağımsızlığına (otonomisine) katkıda bulunmaktadır. Zira sporda tahkim, spordaki ihtilafların çözümlenmesinde ve hukukun uygulanmasına getirdiği denetim ile Devletlerin konulara müdahele etmelerini önlemektedir. CAS, spor dünyasının zirvesinde yer almaktadır ve Olimpik hareketin de bu zirvedeki  yerini pekiştirmektedir.

Uluslararası spor teşkilatları, sorumlusu oldukları uluslararası spor etkinliklerini, en ufak teferruatlarına kadar düzenlerken çok geniş bir kurallar yelpazesine tâbi tutmaktadırlar. Bu kurallar, oyun kurallarından başlayarak, kullanılacak malzemelerin kurallarına, dopingle mücadele kurallarına hatta ticari kurallara kadar gitmektedirler. Ancak her spor etkinliği doğal olarak bir ülkenin toprakları üzerinde cereyan etmektedir ve o topraklara hükümran devletin de yukarıda belirtmiş olduğumuz konularda kendi ulusal kuralları mevcuttur. Bu durumda spor hukuku ile Devletin hukunun aynı konuda, aynı zamanda, aynı kişilere veya olaylara uygulanması söz konusu olabilmektedir. İşte bu durumda Devletin hukuku, spor hukuku lehine geri çekilmekte ve uygulama alanını spor hukukuna bırakmaktadır. Bunu yaparken de, o etkinliğin topraklarında cereyan etmesinden elde edeceği ekonomik, imaj, istihdam ve kentsel dönüşüm – çevre düzenlemesi gibi şehre ve ülkeye getireceği avantajları kaçıkmamak amacını gütmektedir. Bu durum, Devletlerin yabancı sermaye ve yatırımlarını ülkelerine çekmek için uyguladıkları teşviklere de benzetilebilir.

Devletlerin, önemli spor etkinliklerini ve en başta da olimpik oyunları alabilmek için verdikleri tavizlerin başında “spor hukuku”nun uygulanacağı garantisi, onunla çatışmada olabilecek ulusal mevzuatın uygulamasının askıya alınacağı güvencesinin verilmesi gelmektedir. Bu konudaki en bariz uygulama da dopingle mücadelede olmaktadır.

IOC’nin, yaz veya kış, Olimpik Oyunları bir şehre vermesi durumunda, o şehrin Devletinden bir takım taleplerde bulunmaktadır. Bunların başında Olimpik Şart’a uyum gelir. Aday şehrin,  Devleti, çok teferruatlı bir sorular dizisine cevap vermekle yükümlüdür. Bunların arasında bulunan hukuki sorulara burada kısaca değinmek istiyoruz:

1. Ülkenizde Olimpik Oyunların organize edilmesine mani olabilecek hukuki engeller nelerdir ?
2. Olimpik Oyunların organizasyonunu kolaylaştıracak yeni yasal düzenlemeler öngörüyor musunuz ?
3. Ülkenizdeki sporla ilgili kanunlar nelerdir ?
4. Ülkenizde, dopingle mücadele etmek için mevcut yasalar veya diğer enstrümanlar nelerdir ?
5. Ülkenizin yetkili mercileri WADA ile bir sözleşme akdetmişler midir ? Ülkeniz, halen bir dopingle mücadele mevzuatı uygulamakta mıdır ?

Oyunları organize edecek şehrin Devletinden istenen diğer, bize ilginç gelen, bir garanti, Oyunlar sırasında ülkede başka önemli etkinliğin cereyan etmeyeceğidir. Bu sınırlama spor dışı etkinlikleri de kapsamaktadır.

Oyunların yapılacağı Devlet, IOC’ye ve uluslararası federasyonlarla, ulusal olimpiyat komitelerine ve delegasyonlarına, medyaya, sponsorlara ve malzeme tedarikçilerine ait malzemelerin ülkeye ithali, kullanılması ve geri ihracına, her hangi bir gümrük vergisi alınmaksızın izin verileceğinin garantisini vermekle yükümlüdür. Devlet ayrıca, Oyunları düzenleme komitesinin muhtemel bir zararını karşılayacağının da garantisini IOC’ye vermekle yükümlü tutulmaktadır. Ayrıca Devlet, Oyunlar sırasında otel fiyatlarında ve ilgili hizmetlerde fiyat artışları olmayacağının da garantisini vermekle mükelleftir. Nihayet, Devletin en üst makamlarınca Oyunlar sırasında güvenliğin sağlanacağının garantisinin verilmesi talep edilmektedir. Bütün bu yükümlülüklere taahhütler, genellikle aday şehirlerin adaylık dosyalarına hükümetlerinin koydukları, tek taraflı beyan yazılarıyla, garanti altına alınmaktadır.

Bütün bunlar, IOC’nin Devletlere nasıl yükümlülükler getirdiğini göstermektedir. Giderek, Oyunları almak için şehir ve Devletlerin rekabetinin ne denli arttığı gözlemlendiğinde, IOC’nin bu ve bunun gibi taleplerinin azalacağını değil, bilakis artacağını öngörmek yanlış olmayacaktır.

Burada, yeri gelmişken Devletlerin Oyunlardan ötürü yükümlülüklerine önemli bir örnek vermek istiyoruz. 2004 Atina Oyunları dolayısıyla Yunanistan Hükümeti Oyunlara katılacak vatandaşlarından vize aranan ülkelerin sporcuları ve diğer görevlileri için bu zorunluluğu, adaylığı sırasındaki taahhüdüne uygun şekilde kaldırmıştı. Ancak Yunanistan’ın bu uygulaması Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi’nin ilgili Talimatına aykırıydı.  Bu durumda  ve ileride Birliğe üye başka ülkelerin şehirlerinin adaylıklarına eksi puan oluşturmamak için Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi de Schengen Vizesine istisnalar getiren özel bir talimatı kabul etmek durumunda kalmıştır. Görülmektedir ki Yunanistan’nı Olimpik Şart’a uyma taahhüdü Avrupa Birliği’ne yansımıştır. Ancak yine de bazen Devletlerin bu gibi yükümlülüklerine uymaya direnç gösterdiklerini ve bazen istisnai de olsa aksi davranışlar sergilediklerini belirtmemiz gerekir. Bu gibi durumlarda IOC, meseleyi hukuka taşımaktansa, siyasi bir çözüm bulmayı tercih etmektedir. Örneğin, 1956 Melburn Oyunlarında, o tarihteki Avustralya Kanunları uyarınca ülkeye yabancı at sokulmayınca, Olimpiyatların sadece Binicilik kısmı aynı tarihte İsveç’in Stockholm kentinde yapılmıştır. Ancak ihtilaf, etkinliği organize eden ülke ile bir uluslararası federasyon (IF) arasında olduğunda IF daha katı davranmaktadır. Örneğin, Londra, 2005’de X. Dünya Atletizm Şampiyonasını organize edecekken, bunun için yeni bir stadyum inşa etmeyi reddedince, IAAF Şampiyonayı Londra’dan alıp Helsinki’ye vermiştir. Bu örnekleri arttırmamız mümkündür.

Görülmektedir ki, bir takım hukuki yöntemlerle ülkelerin sınırlarının ötesinde faaliyette bulunan uluslararası spor teşkilatları,  kendilerince belirlenmiş olan hukuk kurallarını, yani spor hukuklarını, Devletlerin hukuk düzenlerini bertaraf ederek uygulayabilmektedirler. CAS’a başvuru yolunun da ihdas edilmiş olması ile Devletlerin hukuk sistemleri ve hakimlerinin denetiminden kaçınma yolu pekiştirilmiş olmaktadır. Aynı şekilde, hükümetlerin Olimpik Şart’a saygılı olacaklarına dair taahhütleri, bu taahütlerin hukuki nitelikleri tartışmalı olsa da, fiilen Devletlerin hukukunun  Olimpik Oyunlara da uygulanmasını bertaraf etmektedir. Bütün bunlar, spor hukukunun mevcudiyetinin ve özerkliğinin göstergelerini oluşturmaktadır. Ancak bu özerkliğin ve spor hukukunun bir hukuk disiplini olarak mevcudiyet derecesinin bir miktar daha incelenmeye ve irdelenmeye ihtiyacı vardır.
Zira, unutulmamlıdır ki bütün spor teşkilatları, belli bir hukuk düzeninden mevcudiyetlerini almaktadırlar. (İkâmetgahlarının bulunduğu Devletin hukuk düzeni). Bu durumda bu devletlerin, spor teşkilatlarına sağladıkları liberalizmden vaz geçmeleri ve sonradan da olsa hakimlerin denetim haklarını kullanmaları durumunda; Devletlerin, topraklarında cereyan eden uluslararası spor etkinliklerinde mutlak hükümranlık haklarını kullanmaya kalkışmaları hallerinde; Olimpik Şart çerçevesinde verdikleri taahhütlerden geri adım atmaları durumlarında ne olacaktır. Yani, bir adım daha atarak, Devletlerin, spor hukukunun mevcudiyetini inkâr etmeleri halinde durum ne olacaktır.

Bu ihtimaller, öğreti ile sınırlı kalmaktadır, doktriner niteliktedir; zira, uygulamada sporun aktörleri çok nadiren Devletlerden spor hukukunu uygulamalarını veya görmezden gelmelerini talep etmektedirler. Hatta bu durumlarda bile bir Devletin hakiminin vereceği karar o devletin sınırları ile kısıtlı kalacağından, spor hukukunun evrenselliğini çok az etkileyebilmektedir. Bir Devletin bu şekildeki bir davranışı spor hukukunu etkilemekten ziyade o devlet için spor dünyasında sorunlar, hatta kendi ülkesinde sosyal sorunlar yaratabilecek nitelikte olabilecektir.

Bu noktada, bir kez daha spor hukukuna CAS’ın önemli katkısına değinmek gerekir. Zira CAS, içtihatlarında, Devletlerin, özellikle temel insan hakları konusundaki hassasiyetlerini de göz önünde bulundurarak, Devletlerin hukuk düzenleri ile spor hukuku arasında çıkabilecek çatışmaları büyük ölçüde önlemektedir.

Bütün bunlar göstermektedir ki, spor hukuku öylesine bir tekel düzeni yaratmış ve sporun çeşitli ulusal ve uluslararası aktörleri arasında dayanışmayı sağlamıştır ki bir veya birkaç Devletin kendi sınırları ile kısıtlı alacakları tedbirler bu evrenselliği yıkmaya yeterli olamamaktadır. Bu durumda, ortaya yeni bir soru çıkmaktadır. Devletler münferiden veya birkaçı bir arada bile spor hukukunu zedelemeye yetmediğine göre, acaba Dünyadaki büyük devletlerüstü teşkilatların, spor hukukunun özerkliğini kontrol etmeye gücü var mıdır, yeterli midir ? Şimdi de bunu inceleyelim.

Spor hukukunun uluslararası ortamdaki özerklik derecesi:

Devletlerin hukuk düzenlerinin münferiden spor hukukunu kontrolleri altına alamadıklarını, nedenleri ile birlikte yukarıda görmüş bulunuyoruz. Bu durumda, “birlik gücü yaratır” özdeyişinden esinlenerek, acaba Devletlerin birlikte hareketleri bu kontrolu sağlamakta mıdır, sağlayabilmekte midir ?

Devletlerin arasındaki spor alanındaki farklılıklar ve menfaat çatışmaları, ekonomik veya siyasal alandakilerden geri kalır nitelikte değillerdir. Bunları çok genel hatları ile belirlemek istersek, hemen ilk bakışta bir yanda, spora müdaheleci bir yaklaşımda olan devletlerle (tipik örneği: Fransa); diğer yanda , sporda liberalizmi temsil eden devletleri görmekteyiz (tipik örneği: İngiltere). Bu farklılıklar Devletlerin birlikte hareket ederek, uluslararası hukukla spor hukukunu çerçevelemelerine en önemli engeldir. Ancak, uluslararası hukukun, spor hukukuna karşı tamamen bir kara delik olduğunu  ileri sürmek de yanlış olur. Zira, böyle olsaydı, ne Bosman kararı diye bir mahkeme kararı olurdu, ne de UNESCO’nun tarihinde ilk kez ittifakla kabul etmiş olduğu “ Dopingle Mücadele Uluslararası Sözleşmesi” akdedilebilirdi. Ancak bunlar ve bunlar gibi örneklerin spor hukuku üzerinde ne derecede yaygın bir etkide bulunduklarına daha yakından bakmak lâzımdır …

Spor hukukunun bağımsızlık gücünü Dünyanın siyasal bölünmüşlüğünden aldığı kesindir. Gerek uluslararası hukuk düzeni, gerekse spor hukukunun düzeni, bir müşterek üzerine kuruludurlar, her ikisi de evrenseldir. Bu durumda bu iki hukuk düzeni, bir nevi rekabet içerisine girmektedriler. Birinin diğerine hakim olması. Spor hukuku, doğası ve amaçları itibariyle uluslararası hukuka hakim olmayacağına, böyle bir iddiası da olmadığına göre; acaba tersi varit midir ? Bunu saptamamız gerekmektedir.

Sporun zirve teşkilatı IOC olduğuna göre ve Olimpik hareket tam bir evrensellik arzettiğine göre, şayet uluslararası kamu hukuku bu teşkilata hakim ise ve hareketi denetimi altında tutuyorsa uluslararası hukukun spor hukukuna da hakim olduğunu ileri sürebiliriz. Ancak bunun böyle olmadığı açıkça ortada olduğuna göre, her ne kadar uluslararası kamu hukukunun bazı konularda spor hukukuna müdahele ettiği, edebildiği görülse bile, bunun bir hakimiyet derecesinde olmadığı aşikârdır.

Bunun birinci nedeni, spor hukuku düzenlerinin, birer uluslararası hukuk düzeni oluşturmamalarından ileri gelmektedir; zira uluslararası hukuk süjeleri olmayan, hükümetler dışı, sivil toplum örgütü niteliğindeki spor teşkilatlarınca yaratılmaktadırlar. Bu saptama yapıldığında, IOC’nin neden tam bir uluslararası hukuk süjesi olmamaya çok dikkat ettiği daha iyi anlaşılmaktadır. Hatta, NGO (hükümetler dışı, sivil toplum örgütü) olarak nitelendirilmelerini bile çekince ile karşılamaktadırlar ve bu sıfatın, kendilerine kullandıracağı bir takım imkânlardan da, sırf uluslararası hukuk düzeninin baskı ve denetimine girmemek için kaçındıkları görülmektedir.

Her ne kadar spor hukuku, kaçınılmaz olarak bir takım uluslararası etkiler yaratmakta ise de, bir devletin hukuk düzeninden kaynaklanmadığından, doğal olarak kamu hukukunun da dışında kalmaktadır. Kaynağı bir devletlerarası düzen olmadığına göre, uluslararası hukuk düzenine de tabi olmamaktadır.

Aynı hukuk nesnesinin, ona bakan hukuk düzenine göre farklı sıfatlar alması mümkündür. Sınırlar ötesi faaliyetlerde bulunan spor teşkilatları, Devletlerin hukuk düzenlerinde, özel hukukun birer derneği olarak algılanırken, uluslararası hukuk düzeninde hükümetler dışı kuruluş (sivil toplum örgütü) olarak nitelenebilmektedirler.

Ancak bu kuruluşlar için evrensel kabul görmüş resmi bir tanım da olmadığından, doktrin bu binlerce kuruluşa müşterek bir tanım aramaktadır. Bu alanda da genel kabul görmüş olan bir tanım uluslararası teşkilatlarda şu unsurları aramaktadır.

* Öncelikle sivil inisyatifçe yaratılmış olmalıdır (Yani, devletlerce kurulmuş olmamlıdır);
* Meydana gelişi uluslararası nitelikte olmalıdır (Yani çeşitli, ülkelerden bireyler ve kuruluşlar içermelidir);
* Amaçları uluslararası olmalıdır (Yani, amaçları birden çok ülkeyi ilgilendirmelidir);
* Nihayet, bu amaçların takibinde bir kazanç gayesi güdülmemelidir.
* Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde, bir ülkede ikâmet etse ve oradan hukuki kişiliğini alsa bile dernek uluslararası niteliktedir.

Uluslararası spor teşkilatları bu tanıma tamamen uymaktadır ve bütün unsurlarına sahiptir. Gerek IOC, gerekse uluslararası spor federasyonları, kendileri isteseler de istemeseler de, kabul etseler de etmeseler de, uluslararası hukuk nazarında birer “hükümetler dışı – sivil toplum örgütü”dürler. Dolayısı ile birer özel hukuk süjesidirler ve bu durumda da yaratmış oldukları hukuk düzenleri [spor hukuku] uluslararası kamu  hukuku düzeni değildir.
Kısa ve kesin bir ifadede bulunmak gerekirse, “spor hukuku”  devletler tarafından yaratılmış,  devletlerarası bir andlaşmaya dayalı bir “uluslararası spor teşkilatının” ürünü değildir. CAS’ın içtihatları da uluslararası hukuk düzenine bağlanamaz; zira, spor hukukuna dayanmaktadır. WADA’nın da kuralları uluslararası hukuktan ileri gelmemektedir çünkü bu kuruluş da İsviçre hukukuna tabi bir “vakıf”tır. Zaten, bundan ötürüdür ki, UNESCO “Dopingle Mücadele Uluslararası Sözleşmesi”ni akdetmek ihtiyacını duymuştur.

Birleşmiş Milletler Şartı’nın 71. maddesi şu hüküm içermektedir:
“Ekonomik ve  Sosyal Konsey, yetki alanına giren konularda hükümetler dışı kuruluşlardan görüş almak için gerekli düzenlemeleri yapabilir.”

Bu madde sayesinde, hükümetler arası teşkilatlarla özel hukuk dernekleri arasında, sınırlı da olsa, gerçek bir işbirliği yaratılmak istenmiştir. Bu suretle sadece Birleşmiş Milletler Teşkilatı değil, UNESCO, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi kuruluşlar da bazı sivil toplum örgütlerini çalışmalarına ortak etmişlerdir. Genelde, sivil toplum örgütleri bu ortaklıklara, kendileri için bir referans simgesi olarak görerek, fazlasıyla rağbet etmekte iseler de, uluslararası spor teşkilatları aynı tutum içerisinde değillerdir. Uluslararası spor federasyonları arasında sadece “Uluslararası Otomobil Federasyonu”  ile “Uluslararası Havacılık Federasyonu” böylesi bir danışma statüsünden yararlanmışlardır. Bunun bir izahı da, bu iki federasyonun Olimpik Hareketin içerisinde olmamalarından ileri geldiği şeklinde verilebilir.

Bu yaklaşımdan, özellikle IOC ve Olimpik Hareket içerisinde önemli yer tutan sporların federasyonlarının kaçınmaları, böyle bir statünün getirileri ile götürecekleri arasında titiz bir bilanço tanzim etmelerindendir. Buradaki en büyük endişe bu statünün, bağımsızlıklarını zedelemesidir. Ayrıca böyle bir statü evrensel bir tanınma oluşturmamakta, sadece işbirliği yapılan kuruluş nezdinde bazı haklar vermektedir.

Spor hukukunun uluslararası hukukun (devletler umumi hukuku) bir türevi olduğu, Devletlerin, spor teşkilatlarının genel çıkarları tatmin eden kamu yararına işlevler yerine getirdiklerini ve bu çerçevede kural koymalarını tanımaları halinde söz konusu olabilir. Ancak bu suretle spor hukuku, devletler umumi hukukuna bağlanabilir.

Spor, bir çok veçhesi ile “kamu yararına olma” kavramından uzak değildir. Zira, sosyal, eğitim, sağlık alanlarında etkileri vardır. Ve de, unutulmamalıdır ki, üst düzey (elit) sporun bir de  ülkeleri temsil niteliği vardır. Uluslararası düzeyde, devletler arasında yakınlaşmalara imkân vermektedir (ABD – Çin ping pong diplomasisi, Türkiye – Ermenistan futbol diplomasisi buna örnek oluşturmaktadır). Ayrıca IOC’nin Olimpik Şart’ında bulunan:  gençliğin sporla eğitilmesi, dopingle mücadelenin yönetilmesi, kadınların spora teşvik edilmesi ve desteklenmesi, sporcuların sağlığının korunması gibi kavramlar doğrudan kamu yararınadırlar. Ancak, IOC ve IOC’den esinlenerek, kendi mevzuatlarına da bu amaçları dahil eden spor teşkilatlarının kamu yararına olduklarının uluslararası düzeyde tanınması gerekmektedir. Bu durumda, böyle bir tanımanın nasıl yapılması gerektiğine bakmak gerekir. Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu’nun aldığı bazı kararlar (özellikle Olimpik ateşkes hakkında) bu yönde olumlu adımlar oluşturmaktadır.

Ancak, uluslararası hukuk süjeleri tarafından sporun uluslararası teşkilatlarının bir miktar  kamu hizmeti yerine getirdiklerinin kabul edilmesi “spor hukuku”nu uluslararası hukukun bir parçası yapmaya yeterli görülmemektedir. Bu durumda da spor hukuku, uluslararası hukuktan bağımsız kalmaya devam etmektedir. Uluslararası hukuk ile spor hukuku arasında hiyerarşik bir ilişki yoktur. Uluslararası hukuk, spor hukukunu da kapsayan bir hukuk sistemi oluşturmamaktadır. İkisi arasında kurumsal bir ilişki olmadığına göre spor hukuku otonomisini korumaktadır. Her iki sistemin de kendi içerisinde özellikler taşıyan ve tutarlılığı bulunan yapısal unsurları vardır. Bu durumda uluslararası hukuk ile spor hukuku, iki otonom hukuk sistemi olarak zaman zaman biri birleri ile çatışan, rekabet içerisinde olan ve fakat zaman zaman da işbirliğine girebilen ilişkiler sürdürmektedirler.

Uluslararası hukuk ile spor hukukunun ilişkilerini daha yakından incelediğimizde, uluslararası hukukun yapısal zayıflığı ile, bir birine çok daha bağlı ve dayanışma içerisinde olan spor hukuku karşılaştırıldığında, uluslararası hukukun son derece sınırlı bir etkide bulunabildiği görülmektedir.

XX. Yüzyılın ikinci yarısında “ Uluslararası spor hukuku” diye bir alan ortaya çıkmış, fakat ilk başlarda uluslararası hukukçular pek ilgilenmemişlerdir. Oysa bu yeni alan spor hukukunun özerkliğini bir miktar kısıtlayabilecek niteliktedir.

Uluslararası spor hukukunun normatif çalışmaları hükümetler arası teşkilatlarda doğmuştur. Bunları bazısı BM ve UNESCO gibi evrensel, bazısı da Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi kıtasaldır. Bunun yanında Devletlerin de kendi aralarında spora ilişkin sözleşmeler akdettikleri görülmektedir.  Bu alanın normatif çalışmaları, yukarıda bahsettiğimiz hükümetlerarası teşkilatların yetkili organlarının aldığı karar metinleri veya hükümetler arası bir toplantıda varılan kararlardan doğmaktadırlar. (Örneğin: Birleşmiş Milletler’de Genel Kurul’un, Güney Afrika’nın “aparteid” politikasına karşı alınan sporda boykot kararları gibi; ya da Olimpik ateşkes kararları gibi). BM Güvenlik Konseyi’nin sporla ilgili karar alması çok daha nadirdir; ancak yine de 1992 tarih ve 757 sayılı kararını zikretmeliyiz. Bu kararı ile Güvenlik Konseyi, Yugoslav sporcuların, bu ülkeye uygulanan ambargo çerçevesinde, üye ülkelerin topraklarındaki sportif etkinliklere katılmalarını yasaklamıştır.

UNESCO, “Beden Eğitimi ve Spor Uluslararası Şartı”nın, Avrupa Konseyi “Sporda Şiddet” ve “Dopingle Mücadele” Sözleşmelerinin mimarlarıdır. Bunların yanında, her iki teşkilatın yetkili organlarından sporun  sosyal, eğitim ve sağlık alanları ile ilgili yönlerini ele alan önemli sayıda kararları vardır. 19 Ekim 2005’de UNESCO’nun kabul ettiği “Dopinge karşı Uluslararası Sözleşme” belirtilmesi gereken ayrı bir önem taşımaktadır.

Yukarıda, kapsam içeriği hakkında bazı örnekler verdiğimiz “uluslararası spor hukuku” görüldüğü gibi çeşitli uluslararası hukuk belgelerinden ileri gelebilmektdir. Bunların arasındaki tek müşterek “sporla ilgili” olmalarıdır.  Bu bağlamda da belirtmemiz gerekir ki, uluslararası spor hukuku kendi başına hiç bir özellik taşımamaktadır. Bu bakımdan, bu konuya değinirken, belirttiğimiz “alan” oluşturabilme niteliğinin zayıf ve yersiz olduğunu şimdi söyleyebiliriz. Ayrıca bu karar ve sözleşmeler, sporun baş aktörleri olan IOC ve federasyonların düzenleme alanlarına pek girmemişlerdir, girmemeye de özen göstermektedirler. Yani spor hukukunun bir bakıma dışında kalmaktadırlar.

Bu durumda “uluslararası spor hukuku” (yani Devletlerce ve onların oluşturdukları teşkilatlarca yaratılan normatif düzenlemeler) “spor hukuku”na bir alternatif oluşturmak iddia ve çabası